Bu notu yayınlamakta tereddüt ettim çünkü hocamız çok olumlu bakmıyordu vakti zamanında, ancak akademisyenliğin de getirdiği yüksek anlayışına sığınarak, o zaman söylediği gerekçeler geçerliliğini yitirdiği için herkesin faydalanması gerektiğine karar verdim.
Satış Sözleşmesi
Satış sözleşmesinin ne olduğunu,
kimin nesi olduğunu BK söylüyor bize. Bakınız BK madde 182, satış akdinin ne
olduğunu açıklayan madde.
O halde satım bir sözleşmedir.
Nedir bu sözleşme? à Satıcı, bir bedel karşılığı malın mülkiyetini
nakletmek ve teslim etmek; alıcı ise paranın mülkiyetini yani bedeli ödemek
borcu altına giriyor.
Satış Sözleşmesinin Unsurları:
1) Satım Konusu:
BK satılan
maldan bahsediyor. YBK 207. madde ile başlıyor satım. Peki, bu satış konusu
nedir? àBir
kere iki şey olabilir. Ya taşınır olur ya taşınmaz olur. Bunun dışında taşınır
mal ve taşınmaz mal dışındaki değerlerde satış konusu olabilir mi? Mesela bir
hak bir alacak satış konusu olabilir mi? à Genellikle kabul
edildiğine göre maddi değeri olan her şey satış konusu olabilir. Hatta
doktrinde dedikodunun bile satış konusu olabileceğini iddia ediliyor. Ama tabi
kişilik hakkına aykırı bir sözleşme BK 19, 20. maddelere göre geçersizdir. Ama
kişilik haklarına örselemeyen bir dedikodu bir maddi değere sahip olup
satılabilir. Bu arada hak ve alacaklarda satılabilir. Tabiî ki satış konusu
satılabilecek bir malsa olur bu sadece. Mesela bir camiyi satamazsınız. Çünkü
özel mülkiyete konu olan ve olabilecek nesneleri satabilirsiniz. Mesela alacak
ve hakkın satımı için yapılan işlem alacağın temliki vaadidir. Alacağın temliki
bir tasarruf işlemidir, oysa satım sözleşmesi ise bir borçlanma işlemidir. O halde
temlikin sözleşmesi alacağın temliki vaadidir. Alacağın temliki bir şekle tabi
iken ATV ise şekle tabi değildir. Alacağın bağışlanması da şekle tabidir. Eğer
alacağın temliki vaadini ivazsız olarak yapacaksanız madde 238 hükmüne göre
yazılı şekle tabidir çünkü bağışlama niteliğine girmiş olur ivazsız ATV. Ama
ivazlı ise şekle tabi değildir.
Satış Sözleşmesinin Şekli:
Kural
olarak hiçbir şekle tabi değildir. Ama bu kural olaraktır, bunun istisnası
vardır. Mesela motorlu taşıt araçlarının satılması gibi. Buna mukabil taşınmaz
satımı şekle tabidir ve bu şekilde tapu memurunun gerçekleştireceği bir şekildir.
Fakat tapuya kayıtlı olmayan bir taşınmazın satışı da bir şekle tabidir çünkü
zilyetliğin devri yeter. Ahlaka adaba vs.ye aykırı olmadığı sürece her şey
satışa konu olabilir
2) Satış bedeli:
Bir
miktar paradır. Bu para memleket parasıdır. Birde memlekette tedavülü serbest
olan paradır. Mesela Türkiye'de dolar, Euro tedavül ediyor. Bunlar eskiden
satış bedeli olamazdı çünkü Türk parasının değerini koruma kanuna göre bunların
tedavülü yoktur. Dolayısıyla 80lerden önce olamazdı. Mesela sultan Reşat
zamanında çıkmış bir para tedavülü olmadığında bir mal sayılır dolayısıyla
artık o satış değil trampa olur. Çünkü bir malın bir mal ile değişimi
trampadır, para ile değişimi satımdır.
Satış
bedelinin belirli olma zorunluluğu yoktur bu para belirtilebilir olması da
yeterlidir. BK 182/2 ye göre belirlenmesi mümkün olan bedel kararlaştırılmış
bedel hükmündedir. Yani eski kanun ve yeni kanun aynı şeyi söylüyor. Yani
bedelin tayinin mümkün olması için gerekli kriterleri vermesi gerekli ve yeterlidir.
Borcun
İfasının Sırası:
Önce kim yapacak acaba? à
Kanun aksine sözleşme yoksa veya aksine örf ve adette yoksa aynı anda ifa
geçerlidir diyor. Yani ben bu elimle size kitabı verirken öbür elimde kitabı
alacağım. Bu fazla gerçekçi değil ama kanun böyle diyor. Bu 182. madde geçen
sene göre gördüğümüz hangi maddeyi hatırlatıyor? à BK. 81’i hatırlatıyor.
Yani bir vadeden (ecelden) istifade hakkı yoksa aynı anda ifa etmek lazımdır
diyor 81. madde… (Yani ödemezlik defi yani aynı anda ifa) Yani 182 ve 81. madde
aynı şeyi söylüyor.
BK 210à Aksine bir sözleşme
yoksa diyor, önce satıcı borcunu yerine getirecek semen ondan sonra müstehak
olacak. 210. madde önce satıcının ifasının olacağını söylüyor. Ve ilk bakışta
bk 81 ve 182 ile çelişiyor gibi gözüküyor. Şimdi aslında kanun yazma tekniği
açısından doğru olmamıştır bu. Yazarların hepsi de diyor ki burada aslında
çelişki yok çünkü bu aynı anda ifa prensibinin değişik bir şekilde ifade
edildiğini söylüyor. Sonuç olarak şunu bileceksiniz ki, kanun çok başarılı
değil ama doktrinde böyle yorumlanıyor ama aynı anda ifanın başka bir şekilde
ifadesidir aslında…
Esas itibariyle BK menkul
satışını düzenlemiştir. Gayrimenkul ile ilgili hükümler olmadığında taşınır
satımı ile ilgili hükümler uygulanır dolayısıyla bu hükümlerin iyi bilinmesi
gerekmektedir.
Bu satım sözleşmesi rızai bir
sözleşmesidir. Yani consensus yeterli res’e gerek yok yani rızaların uyuşması yeterlidir.
Satım Sözleşmesinde Hasar ve Yararın Geçişi
Şimdi roma hukukunda beri intikal
eden mevcut bk hasarı şöyle düzenlemiştir. Eğer aksine sözleşme yoksa aksine
adet yoksa ve öyle anlaşılması da gerekmiyorsa satılan şeyin yarar ve zararı
sözleşmenin kurulduğundan itibaren alıcıya geçer. Halin icabına örf ve adet dâhildir.
Aksini gerekli kılmadığı sürece yarar ve hasar alıcıya geçer sözleşmenin
yapıldığı andan itibaren.
Hasar
Nef’î belli mesela koyunun
yavrulaması vs… bunu anlamak kolay ama hasarı anlamak biraz daha zor. Günlük
dilimizde hasar bir şeyin zarar görmesidir. Hafif hasar olabilir, ağır hasar
olabilir tamamen yok olma olabilir. Hatta günlük dilimizde tamamen yok olmaya
hasar demeyiz. Ona yok oldu deriz J Hukuk dilinde, alıcı
ve satıcının kusuru olmadan malın başına bir şey gelirse biz buna hasar deriz.
Yani bu malın zarar görmesi veya tamamen yok olması da olabilir. Mesela bir
hırsız çalması, yanması vs. hasardır. Ama tarafların kusuru olmadan malın
başına bir şey gelmesi lazımdır. Taraflardan birinin kusuru varsa, genel
hükümlere gitmeniz lazım. Aslında bu da geçen sene görüldü bk 117 vesilesi ile.
Hatırlayın bk 117 kusursuz imkânsızlığı düzenliyordu ve bunun sonucu neydi? à
Borçlar sona eriyordu. İşte o zamanda görmüştük. Hatırlayın 117. maddeyi
anlatırken hocanız şöyle dedi. Bu böyledir ama bunun istisnaları vardır dedi.
Sadece hoca değil kanun da öyle diyor zaten. Yani 117 son cümlede hocanız 183.
maddeyi örnek vermiştir. (Çökelek hikâyesine
başladı amcam) 183. madde 117. maddenin işaret ettiği istisnadır.
Soru: Ben size bir tablo
sattım. Anlaştık sizden parayı da aldım ve yarın teslim edeceğim tabloyu öyle
konuştuk. Şimdi benim evimde tablo bir yıldırım düştü ev yandı ve tabloda yandı
bu durumda ne olacak? à Öğrenci! coşturdu biraz sonra hoca soruyu
değiştiriyor. Tablo tamamlanmamış bir tablo o zaman ne olur dedi hoca? à
Kimse birşey bilemedi başlangıçta, arkadaşlar burada önemli olan şudur, halin
icabına bakacağız yani somut olayın özelliklerine bakacaksınız. Yani
tamamlanmamış örneğinde teslimin gecikmesi satıcının yararınadır. O halde halin
icabı kapısından girmek lazımdır. O halde satıcının yararına bir şekilde teslim
ertelenmiş dolayısıyla yarar ondaysa hasar da satıcıdadır. Yani bu 183. madde
zaten başlı başına adaletsiz bir hüküm dolayısıyla kanun koyucu bunu görmüş ve
biraz yumuşatmış. Ve demiş ki halin icabı kapısını koyayım demiş. Yani sonuç
olarak halin icabı diyor ya, ona göre eğer yarar satıcıdaysa hasar da
satıcıdadır. Şimdiki BK’da söylemiyor ama bu tabiî ki parça borcu içindir.
Ancak bu parça borcu ise telef olabilir. Yani nevi telef olmaz. Cins borçları
da hasarın konusu olabilir ama ayırt edilmiş olması lazımdır. Yani
ferdileştirilmiş olması lazım yani parça borcu haline getirilmiş olması
lazımdır. İşte o ayırt etmeden sonra hasar meydana gelirse 183. madde
uygulanır. Bu ayırt etmeden ne anlamak gerekmektedir. Doktrin diyor ki, bir
kere alıcı ve satıcı bir araya gelip ayırt etmiş olması gerekmektedir. Bu doğru
ama niçin doğrudur? à Her uyanık akıllı satıcı ben ayırt etmiştim diyecek
dolayısıyla doktrinde bu tehlikenin önlenmesi için böyle demiştir doktrindekiler.
Yani eğer alıcının nezdinde değilse temsilcisi nezdinde yapılmıştır. Bu da
olmadı satıcı ben ayırt edeceğim dedim ama alıcı gelmedi bu durumda bu sözüme
itibar edilmek zorundadır çaresiz. Yargıtay’da aşağı yukarı bunu kabul ediyor.
Yani ihbarı da yeterli kabul ediyor. İşte böylece ayırt etmenin özüne de bu
anlamı vererek artık ayırt edilmişse parça borcu haline dönüşmüştür ve telef
olması söz konusu olabilecektir.
2. Ders
Şimdi hem cins borcu hem başka
bir yere gönderilecek bir borç varsa ne olacak? Şimdi başka yere göndermek ne
demek? Başka yere göndermek kanuni ifa yerinde başka bir yere göndermek
anlamını taşır. Bu kanunda iyi ifade edilemiyor bazı kitaplardan da
anlaşılamıyor. Ama bu böyledir. Geçen sene gördünüz bunu (kanunu ifa yeri),
nasıl anlıyoruz? Bk 73. maddeye göre. Demek ki başka yere gönderilmişse o zaman
elini de çekmiş olması lazımdır. Yani kendi hâkimiyeti altından çıkarmış olması
lazımdır ki hasar alıcıya geçsin. Mesela hamalın sırtına yüklenmiş olması,
kargoya verilmiş olması lazımdır. Ama mesela kendi nakliye arabaları varsa bu
durumda kendi hâkimiyet alanında olacağından hala hasar alıcıya geçmiş olmaz.
Son fıkra: Bu hükümde genel
hükümlerle uyuşur durumda. Geçen sene gördünüz şartı. Şart nedir hukuki
işlemlerde şart? Bir hukuki işlem gelecekteki vukuu şüpheli bir olaya
bağlanmışsa yani hüküm doğurması veya hükümden düşmesi gelecekte gerçekleşmesi
şüpheli bir olaya bağlanmışsa biz bu işleme şarta bağlı işlem deriz. Demek ki
şart şüpheli bir olaydır, gelecekteki bir olaydır… Bu durumda iki şart var
taliki yani geciktirici şart ve infisahi yani bozucu şarttır. Eğer geciktirici
şart varsa hasarın geçmesi de şartın geçekleşmesinden sonra olur. Bu genel
hükümlerle uyuşuyor çünkü şart gerçekleşmeden hukuki işlem hüküm doğurmaz şart
gerçekleşmeden. Hasar da şart gerçekleşmeden devreye girmez.
Öğrenci sorusu cevabı: Eğer
satıcı temerrüde düşerse halin icabı gereğince yine hasar alıcıya geçmez. Şimdi
hasar alıcıya geçiyor demiş kanun kural olarak ama öyle istisnalar koymuş ki
Ahmet Hadimin kendini beğenmeme sonucu kafayı komple götüreyim durumuna
benziyor yani hakikaten adil olmayan bir şey olduğunu fark eden kanun koyucu
bunun için istisnalarla adam haline getirmeye çalışıyor.
YBK bu düzeni değiştirip daha
adil hükümler getirmiştir. Bakın şöyle diyor YBK; bir kere zilyetlik alıcıya
teslim edilmedikçe alıcıya hasar geçmez diyor. Hoca: bence doğru diyor. Madde
208 YBK. Kanun istisnalar dışında kuralı koymuş ve demiş ki zilyetliğin devri
lazımdır demiş. El-hak doğrudur. Hoca: YBK’yı en acımasızca eleştirenlerden
biriyim ama yiğidi öldür hakkını yeme mantığınca bu hüküm doğrudur. O yüzden
YBK adil davranmıştır. Yani böyle bir değişiklik getirmiştir böylece. Yani
mülkiyetin devri gerekmiyor dikkat ederseniz zilyetliğin devri durumunda olur
diyor. Ama hiç olmazsa alıcının hâkimiyet alanına girmiştir artık. Burada
hasarın alıcıya geçmiş olması mübahtır artık. Zaten mülkiyet geçmişse zaten
hasar kendi üstündedir çünkü kendi malıdır.
Devam ediyor diyor ki; taşınır
satımlarında alacaklı temerrüdüne düşünce hasar alıcıya geçer. Yani kendi düşen
ağlamaz çok önemli bir hukuk kuralıdır. Çünkü bu çok yerde kullanılır. Benim
bazı sorularımda kendi düşen ağlamaz demeniz yeterlidir. Burada kendi düşen
ağlamazı ifade ediyor zaten çünkü eğer teslim alman gerekirken almadıysan bu
durumda hasar yine geçer.
Devam ediyor yine, mevcut borçlar
kanuna benzer bir hüküm getirilmiş yalnız bir farkla o da cins borcu olmasını
aramıyor. Hem parça hem cins borcu olabilir kendi hâkimiyet alanından çıkmasını
arıyor. Yalnız bu kanunda bir eksiklik var YBK’da: Şimdi bir cins borcunda
ayrılmışsa hasar alıcıya geçer. Burada hiç böyle bir şeyden bahsetmiyor YBK.
Şimdi iki yorum geliyor insanın aklına; acaba YBK’da cins parça borcu ayrımı
olmadan bir düzenleme mi getirmek istemiştir yoksa cins borçlarında hiç hasar
olmaz mı diye düşünmüştür. Bu belli değildir. Bu Kanun koyucunun eksikliğidir.
Daha uygulama başlamadığı için bilmiyoruz ama benim şu anda anladığım şudur: İlkini
anlıyor hoca…
Ve Öğrenci! kürsüyü devralır:
BK’da satım sözleşmesinin kurulduğu andan itibaren yarar ve zarar alıcıya
geçmiş oluyor. Ama YBK 208/1’de diyor ki, kural zilyetliğin devridir.
Taşınmazlarda ise tescile kadar yarar ve zarar satıcıya, ondan sonra mülkiyet
hakkı geçmiş olacağı için yarar da zararda alıcıya geçer ve bu gayet mantıkla
çıkarılabilir. Eğer alacaklı temerrüdü olursa hasar alıcıya yine geçer.
Mukayese edin sorusu gelmez ya
YBK ya MBK dan soru gelir. Bu konudan soru gelebilir ama kesin değil…
Madde 217’ye göre menkul satımına
ilişkin hükümler kıyasen gayrimenkullere de uygulanacaktır.
Menkul Satımı
MD 184à
Sonuç olarak şöyle dese yeterliydi gayrimenkul dışındaki satışlar menkul satışı
dese yeterliydi ama YBK’da daha derli toplu ve daha güzel bir ifade
kullanılmıştır. (madde 209) Bunu bir istisnası var: Şimdi bakın mahsuller
(daldaki armut vs… doğal ürün olduğu için tabi semere olduğu için bütünleyici
parça oluyor.) Yani asıl şeyin hukuki mukadderatına bağlıdır. Ayrı bir mülkiyet
konusu olamaz. Ayrı bir mülkiyet konusu olmadığı için satım konusu olmaması
gerekirdi. Mahsul veya yıkılması makbut bir binanın parçası, taş ocağından
çıkan taşlar satış işlemine (borçlandırıcı işlemine) konu olabilir. Ama sıkıntı
satıma konu olmasında bir sıkıntı yok ama menkul satımı olması garip biraz. Ama
emir demiri keser ve dolayısıyla garip ama böyle kabul ediliyor. Yani bunu bir
istisna olarak kabul edebiliriz. YBK’da da…(koparılmadan satılmasından
bahsediliyor elmanın)
19 Eylül 2011
Satış sözleşmesine devam
ediyoruz. En son satış sözleşmesinde hasarı gördük. EBK ve YBK arasındaki
farkları gördük. Şimdi başka bir konu:
Satım Sözleşmesinde Zapta Karşı Tekeffül
Karşılaştırmalı olarak göreceğiz.
Satım sözleşmesi bir sözleşmeydi. Peki, sözleşmede tarafların liste başı kuralı
nedir? à
Sözleşmeye aykırı davranmamak. Eğer davranırsa BK 96 ya göre sorumlu olur.
Satım sözleşmesi tam iki tarafa borç yükleyen sinallagmatik bir sözleşmedir.
Her iki tarafta borca aykırı davranabilir. Ama esas itibariyle satıcının borca
aykırı davranması önem arz eder. Temerrüt Etmez ama kötü ifada bulunursa… Kötü
ifa iki durumda karşımıza çıkar. Birincisi ayıplı ifadır. Ayıpsız ifa etmesi
lazımken ayıplı ifa eder. İkinci aykırılıksa zapt biçiminde karşımıza çıkar. Ne
demek? à
Ben satım sözleşmesi yapıyorum. Teslim ediyorum ama birkaç gün sonra bir başka
kişi dava açıyor ve bu mal benim diyor. Böyle bir durumda zapt var denir.
Birisi zapt etmek istiyor. Yani o benim diyerek onu sahiplenmek istiyor. Veya
geliyor bunun üzerinde benim sınırlı bir ayni hakkım vardı derse yine zaptdan
söz edilir. Bu da sözleşmeye aykırılıktır. Sen öyle bir ifada bulundun ki ya
ayıplı ifa ya da sen ayıpsız bir teslim yaptın ama bir başkasının hakkı olan
bir malı bana sattın. Burada da sözleşmeye aykırılıkta bulundun. Dikkat
ederseniz eğer zapt veya ayıpla ilgili hükümler olmasaydı sözleşmeye aykırılık
hükümleri uygulanacaktı. Yani madde 96. ama bk satıcının zapta karşı mütekeffül
olduğunu söylüyor. Yani satıcı hem zapt hem de ayıba karşı tekeffül borcu altında.
Yani buna kimse sahip çıkmayacak ya da ayıpsız bir mal olacak.
Kanunun sistematiğine uyarak
zapta karşı tekeffül sorumluluğunu işleyelim. YBK ile EBK arasında farklar var.
Evvela mevcut BK ile görelim sonra YBK ile karşılaştırırız.
MBK 189. maddesi zapta karşı
teminat başlığı altında düzenliyor. “Madde 189” demek ki satımın yapılması zamanında
mevcut bir hak (ben bu kitabı size satıyorum ve bu tarihte bir başkasının
mülkiyeti vardır. Mesela ben bu kitabı çalmış olabilirim. Ve size satmış
olabilirim ve siz de iyi niyetli olmuş olabilirim. Şimdi siz iyi niyetli
olsanız ve size satmış olsam siz malik olur musunuz? Olamazsınız çünkü medeni
kanun madde 988’e göre bile olsa çalan kişi emin sıfatıyla zilyetlik
olamayacağı için malik olmazsınız. O halde ben bunu iremden satıp denize satsam
ve deniz melek gibi olsa bile malik olamaz. Çünkü emin sıfatıyla zilyet değilim
ben. İrem bunu bana tamir için verseydi ve aynı şekilde denize satsaydım deniz
malik olur muydu? à Olurdu çünkü hoca emin sıfatıyla zilyettir. Birinci
örnekte İrem denizde görünce malı istihkak davası açabilir. Ama zamanaşımı ile
deniz malik olabilir. 5 sene davasız aralıksız zilyetliği devam ettirirse malik
olabilir.) Şimdi zapta bir takım hükümler bağlanmıştır zapta… Şimdi bu hak
satımın akdi zamanında bu hak olacaktır. Ama şimdi şöyle olsaydı zapt olmazdı:
Şimdi ben kendi kitabımı denize sattım ve daha teslim etmeden bir başkasına da
sattım ve hükmen teslim yoluyla da mülkiyeti ona geçtirdim. Yani fiilen teslim
etmediğim halde teslim etmiş gibi bir işlem yapıyorum. İreme mülkiyeti geçirdim
ama iki gün bende kalsın 2 gün sonra veriyim dedim okuyacağım dedim. Yani
denizle yaptığım sözleşmeden sonra denizi malik yapmadan ireme teslim ettim.
Ama sonra gittim malı denize verdim. Ama deniz malik olmadı ama İrem malı
denizde görünce dava açtı. Bu durumda zapt hükümleri uygulanmaz çünkü bu zapt
değildir. BK 96’ya gidilir. Çünkü satım sözleşmesinin yapılması sırasında 3.
kişinin bir hakkı varsa zapttan söz edilebilir. Demek ki bu noktaya dikkat
etmeniz lazım. Birinde BK genel hükümleri uygulanır ve diğerinde zapt hükümleri
uygulanır. Bu tamamen zapttır. Bir de kısmen zapt vardır. Satım konusu nesnenin
bir kısmı benimdir diye bir hak iddia edebilir. Ya da bir kısmı üzerinde
sınırlı ayni hakkım vardı şeklinde iddia olunabilir. İşte buna kısmi zapt
denir. Bu halde kısmi zaptın iki türü vardır. Bir malın bir kısmı üzerinde zapt
vardır. İkincisi ise mülkiyet değil mal üzerinde sınırlı ayni hak iddia ederse
olur.
Acaba, deniz kitabı teslim
alırken zapt tehlikesinden haberdar mıydı? Yani biliyor muydu? Yani iremin
hakkı olduğunu biliyor muydu? Yani zapt tehlikesinden haberdardır veya
bilebilecek durumdadır? Bu durumda deniz zapt hükümlerinden faydalanabilir mi? à
hayır, çünkü zapt tehlikesini bilen ya da bilebilecek durumda olan alıcı iyi
niyet hükümlerine dayanamaz. Bunu da 189. madde diyor. Derse ki deniz bana, ya
hocam bunu sattın ama iremin mülkiyet hakkı olduğunu biliyorum. Ne olacak bir
gün gelip dava açarsa derse fakat hoca tahsisen garanti ederse bu durumda
denize karşı yine sorumlu olurum. Yani özel bir garantim yoksa ve iyi niyetli
değilse alıcı zapt hükümlerine dayanamaz. Ama hoca eğer temin ettiyse irem dava
açmayacak derse bu durumda zapt hükümlerinden faydalanabilir deniz.
Geçen sene gördünüz. Sorumsuzluk
anlaşmaları vardır. Bu anlaşma yapabilir. Borçlu kendini sorumsuz kılacak bir
anlaşma yapabilir. Bu satım sözleşmesinde de mümkündür. Ancak diyor ki kanunda
satıca 3. şahsa ait olan hakkı bilerek izlemişse… “(189/3) (tazminat demektir
oradaki zaman)demek ki ne demek istiyor kanun? Eğer satıcı dürüstlük kuralına
uygun şekilde her şeyi açıklamam gerekirken gizlemişsem yani zaptı gizlemişse
satıcı yaptığı sorumsuzluk anlaşması varsa o da batıldır. Yani yapılan
sorumsuzluk anlaşmasının geçersiz olduğu (istisna olduğu) bir durum var madde
189/3’te…
Sınavda kitap ve kanun açık
olacak ve fakat sorularında ona göre soracağım. Soru sorulmaktan hiç gıcık
almam vs… dedi.
Zaptın Şartları
Şimdi ben denize iremin kitabını
sattım ya, iremin tutumu ne olabilir? à 1) İrem gider denizden
ister. Arkadaşım nereden aldın der sorar ve ver kardeşim der. Deniz bana
kanıtla der ve irem ispatlar. Ve iyi niyetle tutar teslim eder deniz. Bu
birinci ihtimal budur. 2) İrem gider denize ister ama deniz vermez. İşte fişi
filan gösterir ama deniz ben anlamam der git dava aç istiyorsan der. İrem gider
dava açar. İstihkak davası açar. Aslında zilyetlik davası filan da açabilir ama
bunlara girmiyorum şu anda. Kim açar istihkak davasını à Malik açar. Şimdi bu
dava da bizim BK işte tam bu ikinci örnekte devreye girer. İrem mutlaka denize
dava açması lazımdır ki bu zapt hükümleri uygulanabilsin. Yani birinci örnekte
deniz zapt hükümlerinden yararlanabilir. Ama ancak dava açarsa irem deniz zaptı
kullanabilsin. İrem dava açtı… Dava alınca deniz bu davayı satıcıya yani hocaya
ihbar etmesi gerekmesi gerekir. Nasıl ihbar edecek? à Zamanında ihbar edecek.
Yani zamanında müdahale edince, delilleri vs. ile kullanarak iremin açtığı
davayı reddettirebilirim. Ama delillerin sunumundan sonra ihbar ederse benim
sunacağım delil hüküm ifade etmez. O yüzden zamanında ihbar etmesi lazımdır.
Denizin hocaya bak irem kitabı almaya çalışıyor. Eğer ben bu davayı kaybedersem
ben sana dönerim zapt hükümleriyle derim. Ama yok sen elinde belgelerle davayı kazanabilirsen
gel kendini savun diyebilirim. Bu ihbar üzerine ben iki şey yapabilirim. Ya
davada asli müdahil olabileceğim gibi deniz yerine savunabileceğim gibi onun
yanında da yer alabilirim.
Madde 190 “yaz” Şimdi bu
hükümlerden ne anlıyoruz. İremin mutlaka denize dava açması lazımdır ki zapt
hükümlerinden faydalansın yoksa eğer deniz rızası ile verirse zapt
hükümlerinden faydalanabilir.
2. Saat
İhbar müdafaaya elverişli bir
zamanda yapılmışsa verilen hüküm satıcıya da etkili olur diyor kanun. Yani irem
bu hükmü alıp hoca aleyhinde de kullanabilir.
Şimdi diyelim ki deniz ihbar
etmedi. Bu durumda zapt hükümlerine dayanamaz mı deniz? à Hoca şunu diyebilir:
Sen ihbar etmedin. Eğer sen ihbar etseydin ben şu durumda olacaktım. İşte ne
kadar iyi durumda olacaksam ve bunu ispat edersem o oranda denize karşı
sorumluluktan kurtulurum Bunu da kanun şöyle söylüyor. 190/3… Demek ki ihbar
etmeyen alıcı da zapt hükümlerine dayanabiliyor ama bu durum biraz avantajsız.
Acaba irem dava açtı, muhakeme
devam ederken (dava devam ederken) deniz artık inanırda verirse ireme ne olur?
Kanun düzenlemiştir. Ama bugünkü kanuna göre dava açması gerekir. Bazı yazarlar
diyorlar ki: Bizde almayanda isviçrede olduğu gibi olsun eğer iyi niyetle
verirse zapt hükümlerine dayanabilsin diyor ama bu görüş uygun bir görüş
değildir. Kanun şunu söylüyor: madde 191… Demek ki irem dava açtı deniz
zamanında ihbarda bulundu ama dinletmedi hadi be senle mi uğraşacağım dedi
hoca. İşte bu durumda deniz kitabı ireme iyi niyetle teslim ederse artık hocaya
o zaman terettüp eder yani hoca tam bir tazminat ödemek zorunda kalır. Ama demek
ki iki şartı var a) 3. şahsın dava açması b) Zamanında ihbardır. Ama YBK
göreceğiz buna imkân vermiştir Ve doğrusu da odur. Bunu sonra göreceğiz.
Bir de YBK’ya bakalım: Ondan
sonra zapt hükümleri bakımından yeniden bakarız. YBK da zaptın şartları
açısından farklılıklar var. Şimdi madde 214 vd. de düzenlemeler ön görülmüştür.
YBK 214 MBK 189’u aynen tekrar etmiştir. Aynı şeyi söylüyor yaşayan Türkçeyle
söylüyor. Ama çok da doğru olmamış. Elinden alınırsa demiş ama elinden kapıp
alırsa ne olacak işte bu yüzden ifadesi yanlış. Mahkeme kararıyla filan elinden
alırsa demesi lazımdır. Neyse ikinci fıkrada da bir fark yoktur. Yani bu
noktalarda bir değişiklik yoktur. Madde 215/1, 2, 3 de aynıdır. Buraya kadar
iki kanunda aynıdır. 216à Şimdi burada bir soru işareti geliyor insanın
aklına: Demek ki hiçbir dava açmasa da deniz iyi niyetli onun hakkını tanımışsa
gene zapt hükümlerine dayanır gibi bir sonuç çıkıyor. 2. fıkra da yeni bir
hüküm. Tahkim fırsatını ön görmüştür. Tahkim şudur, şimdi taraflar uyuşmazlığa
düşerlerse mahkemeye gideceklerdir. Ancak taraflar mahkeme yerine tahkime de
gidebilirler. Ama her olayda hakeme gidilemez. Mesela boşanma da hakeme
gidilemez. Ceza davaları için hakeme gidilemez. Şimdi yeni kanun böyle bir
tahkim usulü de getirmiştir. Şimdi deniz iremin dava açmasını beklemeden önce
der ki: ya bana dava aç ya da ben hakeme başvuracağım der. VE eğer sonuç
alamazsa, yani davayı açtıramazsa kendisine karşı tahkim yoluna gider diyor.
Hakemi ise davayı görmeye yetkili mahkemeye belirler. 3. kişinin dava açmasını beklemeden
dahi zapt hükümlerini kullanabiliriz. 1. bent ve son fıkrayı yorumlayınca şu
sonuç ortaya çıkıyor eğer iyi niyetle teslim ederse hocaya zapt hükümlerince dönebilir
deniz. Demek ki zapt bakımından YBK’nın MBK karşısındaki değişikliği 1) Hiç
dava açılmadan da dönebilir hocaya 2) İstediği zaman kardeşim git dava aç yoksa
hakeme gideceğim diyebilir. Ve hakeme gitme hakkını haizdir. Bunlar değişikliklerdir.
Zapt Hükümlerinin Uygulanması
Bu durumda ne olur? à
Şimdi satım sözleşmesi yapıldı, zaptın şartları gerçekleşti ve artık Deniz hoca
ile karşı karşıya kaldı. Hukuken deniz hocanın gözlerini oyabilir mi? à
192. madde bu konuyla ilgilidir. 193. madde kısmi zapt halinde arkadaşımız ne
yapabilir onu söylüyor. Tam zapt halinde ne yapabilir? à Satım münfesih hakkı
doğuyor. Kendiliğin ortadan kalkar. O halde satım sözleşmesi ortadan kalkar. Ve
şu hükümler devreye girer. “madde 192”
1. hakkı) Satış bedelini verdi ya bunu yasal faizi ile birlikte
isteyecek. Ama bu maldan bir takım ürünler elde etmiş ya da elde etmeyi ihmal
etmişse o miktar istediği miktardan düşülecek. Eşya hukukunda zilyetliğin
iadesi ile ilgili bilgilere ihtiyacımız var 192/2de… 2. Hakkı) Şimdi 3.
şahıstan isteyemeyeceği sarfiyatı satıcıdan ister. (Şimdi deniz zilyet, malik
değil sadece zilyet. Şimdi zilyetliğin iadesi söz konusu oldu. Şimdi deniz ne
yapacak bunu ireme teslim edecek. Yani zilyetliği iade edecek. Eğer deniz iyi
niyetli zilyetse iadenin kapsamı bir türlü, kötü niyetli ise başka bir
türlüdür. Şimdi zaten kötüniyetli ise zapt hükümlerine dayanamaz. İyi niyetli
zilyette ise olumlu ve faydalı giderleri isteyebilir iremden ancak lüks giderleri
isteyemez. Ancak sökmek mümkün ise ve bu zarar vermeyecekse söküp alabilir.
İşte mesela kitabı altın yaldızlarla kaplamış deniz. Bunları sökemez cilde
zarar verir. Dolayısıyla söküp alamayacak. Yani iremden isteyemeyecek deniz,
dolayısıyla bunu hocadan isteyebilecek. Zaten faydalı ve zorunlu masrafları
isteyebiliyordu iremden ama lüks giderleri isteyemez. 3. Hakkı)
Yargılama masraflarını isteyebilir. Ama davayı zamanında ihbar etseydi
kaçınacağı giderleri isteyemez. 4. Hakkı) Ve tabi satılanın zaptından
mütevellit doğan başka zararlar varsa onları da talep edebilir. Yalnız bu 4
zararın hepsi menfi zarardır. Acaba müspet zararını isteyebilir mi? à
Evet eğer satıcının kusuru varsa alıcı isteyebilir. Son fıkra şöyle diyor:
Satıcı hiçbir kusur olmadan (hatayı burada kusur olarak alacağız. Hata hukuki
anlamda sözleşme yapılırken kişinin iradesi ve yaptığını uyuşmaması durumudur.)
ispat etmedikçe alıcının müspet zararlarını da tanzim etmek zorundadır. Bu
hükümde ki satıcının ispatı ispat açısından genel prensiplere uyuyor mu uymuyor
mu? à Şimdi iki türlü sorumluluk var. Şimdi sen
bana bir tane yumruk attın gözümü şişirdin. Haksız fiil yani kusur sorumluluğu…
Bir de sözleşme yaptık sen bunu ihlal ettin gene kusur sorumluluğu… Şimdi madde
96 diyor ki sözleşmeye aykırılıkta kusursuzluğu zarar veren ispat edecektir.
Haksız fiillerde davalının kusurunu davacı ispat edecektir. Peki, satıcının
ispat yükümlülüğü bu hükümlere uygun mu? à Burada da borca
aykırılık vardır. O halde genel prensiplerle bağdaşıyor. En baştan demiştim
zaptta ayıpta sözleşmeye aykırılıktır diye ama özel olarak düzenlemiştir diye…
Müspet zarar nedir? à
Sözleşmeyi yapmasaydık keşke dediğimiz zarar menfi zarardır. Müspet zarar ise
gereği gibi ifa edilseydi içinde bulunacak olduğum ifa menfaatini sağla diyorsa
olur.
20 Eylül 2011
Biz satış sözleşmesinde zaptı
görüyorduk. Ve tam zapt halinde alıcı satıcıdan neler isteyebilir onları
gördük. Ve en sonunda eğer satıcı kendi kusursuzluğunu ispat edemezse olumlu
zararı da alıcıya ödemek zorundayız dedik. Ve hatta bunun genel prensiplere
aykırı olup olmadığını sorduk ve tartıştık. Şimdi oradan devam edeceğiz.
Kısmen Zapt
Burada durum nedir kanun ne
yapmış onu görelim. Kısmi zapt: Ya malın bir kısmına ya da malın üzerinde
sınırlı bir ayni hakkı olursa başka birisinin bu durumda kısmen zapt olur. Yani
iki türü var biri sınırlı ayni hak olması, birisi de malın bir kısmı üzerinde
mülkiyet olursa olur. Kısmi zaptta satım devam ediyor. Sadece zamanın teslimini
isteyebilir. Benim zapttan dolayı şu kadar zararım var diye satıcıya
gidebiliyor alıcı. Eğer alıcı satılan malı üzerinde kısmi zapt olduğunu
bilseydim almayacaktım şeklinde ispat edebiliyorsa satımın feshini isteyebilir.
Alıcı bu durumda satım bedeli, bütün menfi zararları, hatta satıcı kusursuzluğu
ispat edememişse olumlu zararları da ister, faiz filan ve ayrıca 192. maddedeki
şeyleri isteyebilir alıcı. Kanunda olmayan bir şey söylemek istiyorum. BK soyut
hükümler getirmiş ve daireyi oldukça geniş çizmiştir ki hâkim olaya göre
değişik çözümler bulabilsin diye. Onun için kanunda bunu sınırlamamıştır ki
hâkim olaya göre karar verebilsin. Mesela, ben sizden yemek takımı alsam ama
mesela 5 tanesi kısmi zapt görmüştür. Şimdi geriye kaldı 7 tane. Şimdi hanımın
dünyası yıkıldı. Komşular aman ne ayıp dedi. Hâkim şimdi yerel uygulamalar ve
teamüllere de bakarak gerekirse satımı iptal edebilecektir.
Zapta karşı tekeffül hükümleri
kanunda ayrıntılı biçimde düzenlenmiş ama sanıldığı kadar çok da tatbikatı
olmaz. Sanıldığı kadar uygulamaya ilişkin bir uygulaması yoktur. Neden bu kadar
önemi yoktur? à
Şimdi bir arkadaşım bana bir kitabı emanet olarak bıraktı. Veya bu kitabı
kiraladı veya tamir için bıraktı. Yani ben emin sıfatıyla zilyedim. Daha sonra
ben iyi niyetli olan size teslim ettim. Malik sizin elinizde bunu gördü. Size
karşı istihkak davası açtı. İşte bu durumda zapt hükümleri uygulanabilir mi?
Emin sıfatıyla zilyetten elde edilen iyi niyetli kişinin iktisap korunur. İşte
bu yüzden bu hükmün uygulaması çok azdır. Bu durumda ancak zapt hükümleri rıza
dışı çıkması filan lazımdır. Ama alıcı kötü niyetliyse yine zapt hükümleri
uygulanmaz. İşte bu yüzden uygulaması azdır. Demek ki bu kadar abartılan zapt
hükümleri sadece bir ihtimalde uygulanıyor: Rıza dışı elden çıkmışsa ve alıcı
iyi niyetliyse uygulanır.
Yeni borçlar kanunu zapt
bakımından değişik bir düzenleme getirmiş değildir. Kısmi zaptla ilgili hükümde
aynen yer almıştır. YBK 218. madde… Sadece bir yerde iki tane değişiklik var
onu da geçen ders gördük.
Arkadaşlar zapta karşı tefekkülle
ilgili davaların zamanaşımı nedir? àBir düzenleme yoksa BK.’ya
göre 10 yıllık sürenin uygulanması lazımdır.
Ayıba Karşı Tekeffül
Şimdi satıcı çarık, çürük, hurda,
kötü, bozuk, bayat mal teslim ederse ayıp etmiş olur. Bu durumda da ayıp
hükümlerinin muhatabı olur. Demek ki ayıp: ya sözleşmesel amaç veya sözleşmede
yoksa o satım sözleşmesinden kendiliğinden çıkarılan amaç doğrultusunda veya
beklenen niteliklerin önemli ölçüde azlığı ya da beklenmeyen nitelikteki
özelliklerin fazla olması maddi ayıptır. Yani bu et bayat olmamalıydı, sinirli
olmamalıydı vs… diyebiliyorsak ayıplı mal vardır. Ayıp o zaman türlere
ayrılıyor. 1) Maddi ayıp: Ben zeytinyağı kattım içinde mazot varmış, et sattım
bayat, meyve sattım bayat, karpuz sattım ham vs… ev sattım temeli bozuk ve
yıkılmasıyla karşı karşıyayım. Bunların hepsi ayıptır ve maddi ayıptır. Bir de
2) Hukuki ayıp vardır: ben sizden bir arsa aldım ve üzerinde bir inşaat
yapacağım ama orası yeşil alanmış, inşaat yapılmıyor. Ben size bir mal sattım
ama o malın Türkiye’de tedavülü yasakmış. Siz elinizden çıkarmıyorsunuz. İşte
bu hukuki ayıptır. 3) Ekonomik ayıp: örnek olarak, kapalı çarşıya gittim ve
dedim ki adama benim ufak birikimim var nasıl değerlendireyim bunu diye sordum:
Abi dedi her ne kadar altın yükse bile daha da yükselecek altın dedi… Ben zarar
ettim ve buna ekonomik ayıp diyorlar. Yani hile varsa o başka ama ekonomik
beklentilerin çıkmamasını ve onları ayıp olarak kabul etmeyen birçok yazar var.
Tartışmalı yani.
HUKUKİ AYIP – ZAPT FARKI: Zaptta
3. şahıs el koyuyor ve bu el koymadan dolayı yararlanamıyorsunuz. Ama hukuki
ayıpta ise kamu makamlarının izni olmadığı için siz maldan yararlanamıyorsunuz.
Yani engel farkı var. HUKUKİ ayıpta kamusal makamların zaptta ise özel
nitelikteki engellerin sonucudur.
Maddi ayıbın çok yakın bir
komşusu var ve onu karıştırmamam lazımdır. Mesela ben sizden ameliyat ipliği
satın alıyorum. Evet, böyle bir sözleşme yapıyorum ama siz bana normal dikiş
ipliği teslim ediyorsunuz. Şimdi burada mesela ayıplı ifa mı var yoksa başka
şeyle mi ifa var. Ya da mesela ben size zeytinyağı satıyorum ama motor yağıyla
karıştırarak satıyorum burada ayıp var. Ama yoksa başka şeyle ifa mı var? à
Aslında 2. örnekte direk mazot satılmasında ayıplı ifa yok. Siz başka şey
verdiniz. Dolayısıyla borç devam eder. Dolayısıyla siz temerrüde
düşebilirsiniz. Yani borç devam eder. Motor yağı karıştırılmış zeytinyağında
ayıptır. Ayıbın önemli olması lazım ki ayıp hükümleri uygulansın… Ve iki
kaynağı vardır ayıp hükümlerinin uygulanabilmesinin: 1) Hiç özelliklerden
bahsetmeyiz ve ama işin niteliğinden anlaşılan özellikler vardır ve bu
bulunmama önemli ölçüde olması lazımdır. Ya da özellikle garanti varsa yine
ayıp hükümleri vardır. Yani şu şu özellikleri vardır derseniz ve bunda sapma
olursa ayıp hükümleri uygulanır. Bunu kanun şöyle anlatıyor… MBK 194. madde
bunu karşılayan YBK madde 214’tür. Bu
ikisi arasında fark yoktur.
Acaba ayıp hükümlerinin
uygulanabilmesi için satıcının kusurlu olması gerekir mi? à
hayır. Bunu satıcı bu ayıpların mevcudiyetini bilmese dahi sorumludur.
Peki, ayıplı ifa oldu ne yapacak
alıcı? à
Şimdi birde şuna dikkat edelim. Ayıp hükümleri bakımından elimizde birden çok
kaynak var. 1BK 2TKHK 3TTK şimdi birde yeni BK var artık… Ama asıl olan Bk
olduğu için çünkü temel hükümler BK’dadır. Bizde ona göre öğreneceğiz. Peki, BK’
ya göre ne olur? à
Kıyameti alıcının koparabilmesi için alıcının daha evvel yapması gereken bir
takım şeyler var. Alıcı kanunu aldığı anda muayene edecek. Bir ayıp görürse de
derhal ayıp ihbarında bulunacak. Tabi bu derhal ve vakit geçirmemeyi MK madde 2
sınırları çerçevesinde algılamak lazımdır. Ne diyecek ?--> Kardeşim senin
bana verdiğin mal şu şu şu ayıpları taşıyor. Eğer sen telafi etmezsen kanun
hükümlerine başvuracağım.
Başka bir ayrım: Açık ayıp- gizli
ayıp... Açık ayıplarda ayıp hemen kendini gösterir ve basit bir muayene ile
bunları görebilirsiniz. Ancak gizli ayıpta belli olmaz. Mesela gidip ev aldınız
ama kiremitlerin boş yere olduğunu ancak kış gelince anlayabilirsiniz.
2. Ders
Şimdi ihbar yapmam lazım dedik.
İhbarı nasıl yapması lazım? Bu bizi başka bir tartışmaya götürüyor. Mesela
benim bir arabam var sanayiye götürdüm ve her yerini göz boyamak suretiyle her
şeyi gizledim ve birisine sattım. Şimdi burada geçen sene gördüğümüz hile var
ve aynı zamanda ayıplı ifa var. Şimdi acaba ayıp hükümleri mi uygulanacak, hile
hükümleri mi uygulanacak yoksa her ikisi birlikte mi uygulanacak? à
Bu tartışmalı. Ama genel olarak Yargıtay ve doktrin tarafından kabul edilen
görüş şudur: Her ikisi de yarışmalıdır. Ve her ikisi de uygulanabilir. Yargıtay
bazı kararlarında diyor ki: 96. maddeye başvurabilmen için zamanında ayıp
ihbarında bulunması lazım diyor. Eğer bulunmazsa genel hükümlere de başvuramaz
diyor. Bu durumda bir bardak soğuk su içmesi lazım diyoruz. Şimdi hile
sebebiyle de ayıp sebebiyle de sözleşmeden dönemeyecek gibi kararları da var.
Ama bu tür kararları yanlıştır. Çünkü ayıp hükümleri için ayıp ihbarı gerekir.
Yoksa genel hükümleri uygulamak için ayıp ihbarına ne gerek var. Genel
hükümlerde böyle bir şey gerekmiyor. Ayıp ihbarı sadece ayıp ihbarı için sadece.
Ayıp ihbarı bir mükellefiyettir. Borç değildir buradaki ayırıma da dikkat edin.
Mükellefiyetin gereğini yerine getirmeyince sadece sonucuna katlanırsınız.
Yapmak zorunda değilsiniz. Ama borcu yapmak zorundasınız. Bir fark daha var
borç ve yükümlülük arasında: Yoldan geçerken bir fakir gördünüz ona yardım
etmek zorunda değilsiniz ama ahlaki yükümlülüğünüz var. Bazı dini ve ahlaki
yükümlülükler aynı zamanda hukuki yükümlülüktür. Ama bazıları değildir. Ama
genel olarak şu söylenebilir ki ahlaki yükümlülük çoğu kez borç değildir. Peki,
ayıp ihbarında bulunmazsanız zamanında ne olur? à Ayıp hükümlerine
dayanamazsınız. Yargıtay’a göre genel hükümlere de dayanamazsınız. Şekli nasıl?
à
BK’da ihbar şekle tabi değildir. Ama TTK’de diyor ki: tacirler arasında ki
ihbarlar için ya iadeli taahhütlü mektupla filan gibi bir hüküm var. Ama bazı
yazarlar oradaki ayıp ihbarı şekle bağlıdır der. Bir kere ticaret hukukçuları
bir kere onu tartışıyorlar ispat şekli mi geçerlilik şekli mi diye. TTK 18.
maddesinde geçiyor bu hüküm. Görüyorsunuz bir kere bunu burada uygulamak mümkün
değildir. Çünkü bu sözleşmeyi feshe, temerrüt ihtarı değil dolayısıyla tacirler
arasında olsa bile, bazı yazarlar şöyle diyor maalesef, ayıp ihbarı çekince
sözleşmeden dönebilirsiniz, bedelin indirilmesini, misli ile değişimi
isteyebilirsiniz, bedelsiz onarım isteyebilirsiniz. Onlar şöyle bir mantık
yürütüyorlar, adamın kafasında dönme varsa ve ayıp ihbarı yapacaksa işte tam da
buraya girecek diye düşünüyorlar. Ama böyle bir düşünce yanlıştır. Çünkü hukuk
kimsenin kafasının içindeki düşünceye göre bir hüküm veremez. Dolayısıyla hukuk
kafaların içine değil, beyanlar üzerine kuruludur. Nereden biliyorsunuz ayıp
ihbarında bulundu da sözleşmeden döneceğini düşünüyorlar. Bu yanlış ama Yargıtay'ın
da bazı kararlarında vs. de bu yanlışa düşülmüştür. Ama bizde ihbar hiçbir
şekle tabi değildir. İspat açısından yazılı olursa kolaylık olur ama ispat
şekline bile tabi değildir.
197. madde diyor ki: yeterli
derecede muayene etseydim bulacaktıysa yine sorumlu değilim. Ama özel olarak şu
şu güzel deyip onlar çıkmazsa bunlardan sorumlu olacaktır satıcı. YTTK 23.
maddede açık ayıpla ilgili hüküm var. Ticari satım şudur, bir tarafın ticari
işletmesi ile ilgili bir satımsa ticari satımdır. Açık ayıpta 2 gün içinde
gizli ayıpta 8 gün içinde ihbar etmesi lazımdır. Şimdi buradan şu da çıkıyor:
Eğer ben çok belli olan ayıplı malı alıp sonra 2 gün sonra teslim edebilirim
gibi yorumlanmaya müsaittir diyor hoca. Bu değişsin demiş hoca. Çünkü ayıbın
esas kuralı ayıptan haberdar bir şekilde alırsan ayıp hükümlerinden faydalanamazsın.
8 gün içinde ihbar etmen lazım diyor gizli ayıp için ama geri kalan için bk
hükümlerinden 223 uygulanır diyor. O zaman niye 8 gün lafını elde ediyorsun?
Diyor hoca. Burada size söylemek istediğim başka bir şey var: Uygulama
bakımından önemli… Avukatlar şöyle bir yanılgıya düşüyor. Ben sizinle şöyle bir
sözleşme yapıyorum. 5 ton kumaşı size veriyorum boyayıp geri vereceksiniz.
Burada satım sözleşmesi yok burada eser sözleşmesi vardır. Şimdi adam satıyor
geri aldığı kumaşı ve boyası hemen çıkıyor diye geri yolluyorlar müşteriler.
Şimdi adam hemen ayıp ihbarına bulunuyor ve sözleşmeden dönüyor. Boyacı da dava
açıyor sözleşmeden dönüyor. Ve parayı vermem diyor vs… Şimdi avukat da diyor ki
TTK 20’ye göre (YTTK 23) bu açık ayıptır
ve 2 gün içinde ihbar olmadığından sözleşmeden dönemez diyor. Ama bu hüküm
satım sözleşmesi içindir. Eser sözleşmesi için değil. İşte bunu unutmayın. Ve
sizde aynı mallığı yapmayın diyor hoca kısaca.
Peki, arkadaşlar ayıp ihbarını
zamanında bulundu ve ayıp ihbarını bulunan adamın ne gibi hakları var bunları
görelim.
Ayıp İhbarını Yapanın Hakları
1) Sözleşmeden dönebilir. Burada
fesih diyor hükümde ama bunu dönme olarak algılamak lazım çünkü fesih ileriye
etkili ama dönme baştan itibaren etkilidir. İşte bu yüzden bunu rücu (dönme)
olarak algılamak lazımdır. (madde 202) Feshedilmesini vs. dava eder filan diyorsa
da dava açmaya gerek yoktur. Dava dışı tek taraflı yenilik doğuran beyanla
sözleşmeden dönebilirsiniz. Ama bedel indirimi için dava açmanız gerekmektedir.
Fakat dönme için hâkim kararına gerek olmaz kanunun lafzına rağmen.
Şimdi usul hukukunu bu sene
görüyorsunuz. Orada şöyle prensip var. Hâkim istenenden fazlasına hükmedemez.
Yalnız bu prensibin istisnası maddi hukuka ilişkin olarak istisnası olabilir. Hâkim
dönme istemini haklı bulmayabilir ve kardeşim bedel indirimine karar verebilir.
Ama usul hukukundaki temel prensibin istisnası var. Böyle bir istisnası
olmasının sebebi ise usul hukukuna göre başka bir şeye de hükmedemez hâkim ama
işte bunun istisnası var.
3) Bedel indirimi
Başka ilginç düzenleme: ben
sizden bir mal aldım 100 liraya fakat o kadar ayıp var ki bu malın ayıp değeri
de yüz liradır. Yani ayıplı haliyle ayıpsız hali arasında da 100 lira varsa
bedel indirimi de talep edemez diyor kanun. Bu durumda dönmeyi kullanabilirsiniz
sadece diyor ki. Elinde hurda da olsa 5 kuruş vermeden adamın malına el koyma
anlamına geleceği için böyle bir hüküm getirilmiştir. Yani 3. fıkra adalete
hizmet etmek için böyle bir istisna geliyor 2. fıkraya. Bu yine usul hukukunun
istisnasıdır.
2)Satılan şey cins borcu ise
parça borcu değilse bu takdirde ayıpsız misliyle değiştirilmesini de
isteyebilirsin diyor kanun. Bu hakkı bir şartla satıcıya da vermiş. Yani
zararını da ödeyeyim mislini de vereyim diyorsa o zaman alıcı reddedemez ama bir
şartla… O da mal başka bir yerden gönderilmiyorsa diyor. Adamın beklemek
mecburiyeti yok adamın.
26 Eylül 2011
Şimdi ayıp hükümlerine devam
edeceğiz. Satım sözleşmesinde zaptı gördük. Şöyle iki dakika hatırlayalım.
Satım sözleşmesinde satıcı her türlü ayıptan arınmış bir mal teslimi borcu
altındadır. Ve başkalarının da ona göz dikmeyeceği bir mal olmalıdır. (haklı
göz dikme) Böyle satım için özel düzenleme olmasaydı BK’nın genel hükümlerini
uygular ve meseleyi çözerdik. Aynı durumu başka bazı sözleşmelerde de
göreceğiz. Mesela eser sözleşmesinde…
İşte bu özel nitelikli, çeşidi
kendine özgü bir borca aykırılıktır. Bunlardan zaptı bitirdik. Şimdi ayıbı
görmeye devam ediyoruz. Ayıp maddi ve hukuki ayıp olarak ikiye ayrılırdı. Bir
de doktrinde ekonomik bir ayıp türü ortaya atılmıştır. Ama bu tartışmalıdır.
Ayıp bir başka açıdan bakılınca iki şekilde ayrılabilir. Açık ayıp gizli
ayıptır.
Alıcının ayıp hükümlerinden
yararlanması için belli bir süre içinde ayıp ihbarından bulunması lazımdır.
İmkân bulunur bulmaz muayene etmeye veya ettirmeye ve satıcının tekeffülü
altındaki bir ayıp bulursa da hemen ihbar etme külfeti vardır. Ayıp
çeşitlerindeki süreleri hatırlamanız lazım.
Dedik ki 3 tane kanun var dedik
ayıp bakımından. BK, TKHK ve TTK… Şimdiye kadar yeni BK’ya bakmadık…
Ama önce MBK’yı bitirelim.
Ayıp halinde zamanında ihbarda
bulununca o zaman seçimlik haklarından birini kullanabilirdi. Ayıbın önemli
olması lazımdır. Ancak satıcı özel olarak garanti etmişse hiçbir ayıbın
olmadığını, özel olarak olmadığı söylendiği için ufak bir ayıp bile ayıp
hükümlerine girebilirdi. Bunları anlattık
Kaç tane seçimlik hakkı var? à
Bedelin indirimi, misli eşya ise misliyle değiştirilmesi, sözleşmeyi fesih
olabilir. TKHK’da ise bir de ücretsiz onarım isteme hakkı var. Buna kıyasen BK'da
da uygulanır diyor doktrin.
TKHK nedir, nerde uygulanır buna
bakalım bu kadar bahsetmişken. Özel bir kanundur bu. Bu tüketicilerin
korunmasına dair kanun adı üstünde tüketiciyi korumak için çıkarılmıştır. Peki,
hangi tür satış ilişkine uygulanır? à Eser sözleşmesine
uygulanır mı uygulanmaz mı çok tartışmalı. Ama satış sözleşmesine uygulanacağı
kesin. Bu ne zaman uygulanır? à Alıcı taraf tüketici ise ancak bu durumda TKHK
uygulanır. Tüketici ne demek? à Kanun onu da söylüyor: ticari bir maksatla almıyorsa
o malı. Yani alıp üzerine kâr koyarak satmak için almıyorsa bu kişi
tüketicidir. Ama alıyor satmak için alıyorsa yani ticaret için alıyorsa bu
vatandaş tüketici değildir. Tüketici olmayana da tüketici kanunu uygulanmaz
diye söylüyor kanun koyucu. İşte o satış ilişkisine de evvel emirde de (yani
öncelikle) TKHK’nun uygulanır. Çünkü temel kanun değildir. TKHK bir takım
ayırıcı hükümler getirmiştir ama bu yeterli değildir. Bunu kendisi de biliyor
30.maddede hüküm olmayınca BK’ya bakın diyor. BK temel hükümleri içerir. Satış
sözleşmesiyle hükümler temel hükümlerdir. Aynı zamanda dolgu hükümlerdir. Demek
ki BK'yı iyi öğrenmek lazım. Şimdi şöyle bir problem var. à
Tüketici kanunu alıcı tüketiciyse uygulanır, TTK borçlu tacirse uygulanır.
İkisine de girmeyen durumlarda BK uygulanır.
Siz mesela hocanın kitabını ucuza
alıp başkasına satmak için aldınız hocadan. Şimdi siz tüketmek için almadınız
bu durumda TKHK uygulanmaz. Siz tacir sıfatına sahip değilsiniz satmak için
alsanız bile. Ama tacir olmak için başka bir takım şartlar aranır. İşte bu
durumda size uygulanacak hüküm BK’dır.
Şimdi mukayeseli gitmek daha
yararlıdır. Ben size dedim ki açık ayıplarda derhal ihbarda bulunmak lazım,
gizli ayıplarda da açık ortaya çıkınca ayıpta bulunmak lazım. Peki, TKHK’da
nedir? à
TKHK ise biraz daha tüketiciyi korumak için olduğu için, teslim tarihinden
itibaren 30 gün içinde ihbarda bulunabilir diyor. Süreyi uzatmış bayağı gördüğünüz
üzere. Şimdi insanın aklına şöyle bir soru geliyor. Acaba bu alıcı, ayıbı
görüyorsa ona rağmen teslim almışsa yine 30 gün içinde ayıp ihbarında bulunma
imkânına sahip mi? à hayır değil. TKHK’da yok ama bu BK’da vardır. Hatta
bu kimse BK’nın genel hükümlerine de dayanamaz. Çünkü alan razı satan razı
olmuştur. Yani artık hiçbir şekilde bir yere gidemez. BU TTK için de
geçerlidir. Bu altın kural her yerde uygulanır. Bu kural ise “kendi düşen
ağlamaz (ağlayamaz)”dir. Yani bilerek almadıysa 30 gün içindedir. Ama şunu
diyemezsiniz. Aldın eve götürdün bir gün sonra fark ettin niye 30 gün bekliyorsun
diyemezsiniz. Kanun süreyi vermiştir.
Peki, dönme nedir? à
Dönemeden başlamıştık. Feshi dava edebilir diyor ama biz bunu dava yoluyla
olması gerekmiyor. Bunun teknik anlamda bir dönme olduğunu söylemiştik. Çünkü
ani edimli bir sözleşme idi bu. Bakın diyor ki: “Satıcının tefekkülü altındaki
satılanın ayıbı anlaşıldığında müşteri muhayyerdir…” Feshedilmesini dava eder
diyor ama biz bunu dönme olarak algılıyorduk. Ve beyan ile olur diyorduk. Bunun
üzerine hâkimin açacağı dava da verilen karar ne hükmündedir? à
Hâkimin verdiği karar nedir? à Kararlar kaça ayrılıyor? à Tespit, inşai karar ve
bir de eda kararlarıdır. Şimdi açıklayıcı ile tespit aynı manadadır. Bu anlamda
ikisi aynıdır. Bir kurucu inşai bir karar değil. Neden daha evvel dönülmüştü. Hâkim
sadece bunun haklılığını tespit eder.
Usul hukukunda hâkim istenenden
başkasına ve fazlasına hükmedemez demiştik. Ama istisnalarının burada oluğunu
söylemiştik. Dikkat ederseniz orada hâkimin kararının niteliği değişiyor birden
bire. Ben bedel indirimi istersem 100 liralık mal ve ayıp da 100 liralık oldu. Hâkim
böyle bir talebin reddedileceğini ancak hâkimin bunun dönme kararı olduğunu
söylüyor. Ve hâkimin bu kararı bir inşai karar olur. Dönem için dava açılırsa hâkim
somut olayın özelliklerine göre bedel indirimine gidebilir.
Satıcının da başka bir yerden
gönderilme durumu yoksa malın satıcının da misli ile değiştirilme olduğunu
söylemiştik.
Şimdi acaba ayıplı mal teslim
edildi ya alıcıya, bu ayıplı malın başına bir şey gelirse buna kim katlanacak? à
Hasarı biliyoruz ama bu hasardan değişik özel bir düzenlemeye tabi tutulmuş.
Madde 204… Ben size ayıplı mal teslim ettim. Ve bu hastalık sebebiyle öldü at.
Ya da bir kitap sattım ama sizin bir kusurunuz olmadan hasara uğradı. Bu
durumda dönebilir hâla diyor. Çünkü alıcının kusuru yok dikkat ederseniz. Bunda
alıcının kusuru yok. Buna rağmen dönebilir. Dönünce her iki taraf da aldığını
birbirine vermeli ya, elinde ne kaldıysa onu verir diyor. Yani bir şey kalmadıysa
hiç bir şey vermeyecek. Ama ayıp olmasa böyle değildi ama ayıpta özellik
vardır. 2. fıkrada ise eğer bu zarar uğrama, telef olma alıcının kusuru
yüzünden olmuşsa veya alıcı bunu başkasına temlik etmişse dönemez ancak bedel
indirimini isteyebilir. Başkasına satınca dönemez zaten veya şeklini
değiştirmişse, o zaman da ancak bedel indirimini isteyebilirsin diyor kanun.
Aslında söylemiyor TKHK ve TTK için ama o ilişkilerde de bu hüküm uygulanır.
Çünkü madde 30 TKHK bunu gerektirir.
Dönmenin Sonuçları
Şimdi araya girelim. 4 seçimlik
hakkında birini seçince artık bir daha geri dönemez. Çünkü YDH kullanılınca
prensip itibariyle bundan geri dönülemez.
Dönmenin sonuçları nelerdir? Demek ki döndüm. O Zaman aldığım malı geri
vereceğim ama elde ettiğim yararlarla beraber vereceğim. Ama elde ettiği ihmal
ettiği hükümleri geri vermek zorunda mı? à Hayır. Ama zaptta bunu
da vermek zorundaydı. Ama burada ihmal ettiği yararları geri vermek zorunda
değildir. Eğer elde etmeyi ihmal ettiği ürünleri geri vermek zorunda olsaydı,
nasıl bir sakınca ortaya çıkardı? à Elde etmeyi ihmal
ettiği ürünleri de geri vermek zorunda olsaydı, yani sen bunu mutlaka
kullanacaksın demektir. Yani sen kullanmamışsan bir ürün de elde etmiş
olmazsın. Bak sen kullanmasan da kullanmış gibi sayarım seni diyor. Onun için
kullan aklını başına al demektir bu. Hâlbuki ayıplı malı teslim alanı kullanama
mecbur etmek doğru değildir.
Ayrıca satıcı aldığı satış
bedelini faiziyle verecek. Satılanın tamamen zaptta olduğu gibi muhakeme
masrafını da verecek alıcıya. Alıcının bir takım iyi niyetle yapılan giderlerini
ödeyecektir. Satıcının alıcıya ayıplı mal tesliminden dolayı doğan zararı da
ödemek zorundadır satıcı. (ayıp nedeniyle doğan masraflar) Ayrıca
kusursuzluğunu ispat edemiyorsa dolaylı zararları da isteyebilir. Fakat bu
dolaylı zararlar için kusur lazım. Diğerleri için satıcının kusuru gerekmiyor.
Edaların değiş-tokuşu meselesinde
bir şey daha var. Dönme üzerine klasik ve baskın görüş sözleşmenin sona
ereceğini iddia eder. Ve artık herkes birbirine sebepsiz zenginleşme
hükümlerine göre iade eder. Fakat bir başka görüşe göre ki aslında bu dönme
sonucundaki değiş tokuş gene sözleşme hükümlerine göre yapılır. Şöyle ki o
değiş-tokuş da sözleşmenin içinde zaten vardır diyor. (geçen sene ki şeylerden
hatırlatmak istedim sadece)
Şimdi birden ziyade mal satılabilir.
Bu durumda Kanun şöyle bir düzen tarzı getirmiş. Birden fazla şey birlikte
satılmış olup da bunlardan bazıları ayıplı çıkmış olduğu halde fesih sadece
ayıplı çıkanlardan hakkında dava olunabilir. Bunu kısmi zaptta da böyleydi.
Mesela yemek takımının bir kısmı ayıplı olabilir. Şimdi burada taraflardan
birine önemli bir zarar verebilir. Taraflardan biri veya her ikisi için satım
konusu nesnelerin birbirinden ayrılması zarar doğuruyorsa dönme bütününe mümkün
olacaktır.
Şimdi gene enteresan bir düzenleme
var. Bazen bir eşya basit olmaz da, otomobil olabilir. Yani bir asıl nesne bir
de onun fer’i niteliğindeki nesneler hep birlikte satılmış olabilir. Bazen asıl
şey ayıplı olur bazen de onun teferruatı ayıplı olabilir. Bu gibi durumda ne
olacak? à
Kılıf ayrı bir fiyat biçilse bile, (şemsiyenin kılıfı) şemsiyenin satışından
dönerseniz kılıftan da dönmüş olursunuz. Örneğin kılıf hakkındaki dönme şemsiye
hakkındaki dönme anlamına gelmez.
Ayıplı hayvan Satışı
Gelelim hayvan satışına, kanun
özel olarak düzenlemiş. Ayıplı hayvan Satışı… Madde 195… Şimdi şunu söylüyor à
hayvan alım satımında ayıba karşı tekeffül borcu için yazılı bir süre
sözleşmesi ön görülmemişse ve ayıp da hayvanın gebeliğine ilişkin değilse, yani
bunun dışında bir ayıp söz konusuysa satıcının sorumluluğu teslimden itibaren 9
gün içinde ayıp ihbarında bulunmasına bağlıdır. Ya da alıcı temerrüde düşerse
(satım sözleşmesinde teslim alma hem hak hem borçtur. Onun için alıcının
temerrüdü halinde borçlunun veya alacaklının temerrüdü hükümleri uygulanabilir.)
o günden itibaren 9 gün içinde ayıp ihbarında bulunması gerekmektedir. VE gene
bu mühlet içinde ister bilirkişi ister kendisi muayene etsin 9 günlük süre
vardır.
Şimdi hayvanın gebeliğinin
dışında ise ya da satıcı yazılı olarak bir süre tayin etmemişse (yani satıcı 5
gün içinde ihbar da bulunursan ben sorumluyum diyorsa 5 gündür süre) gebelik
dışarıda bırakılmış çünkü bu ayıp 9 gün içinde öğrenilemez diye düşünmüş kanun
koyucu. Gebelikte ise genel hükümler uygulanır.
Nihayet hayvan satımında bir şey
söylemek lazımdır. Buradaki hayvan hangisidir? à İki ayaklı
hayvanlardan bahsetmiyor; tavuktan bahsetmiyor. Horozdan bahsetmiyor. Bu koyun
keçi inek gibi evcil hayvanlardan bahsediyor. Zaten gebelik vs. bu tür
hayvanlarda olur sadece… Ama bazıları tüm hayvanlar içindir diyor. Tartışmalı
yani…
Hocam ben 'gebeliğin dışarıda
bırakılması lazımdır’ ne demek anlamdım? à Ne olacak gebe olarak
satın aldım. Gebe çıkmayınca ayıp hükümleri uygulanacaktır. Ama hayvanlar için
gebelik dışındaki ayıplar için 9 gün olacak bu süre…
Hocam kurbanda gebe değil dedi
ama gebe çıktı. İki tür zararım var, bir manevi olarak zararım var bir de o ölü
doğacak yavru için boşa para ödedim. Bu durumda ne olacak? à
Alıcının kusuruyla veya şekli değiştirdiyse bedel indirimi (madde 204) ve zarar
varsa o karşılanır. Bedel indirimi ile zararı karşılayabilirsin. Ama manevi
zararı karşılayamazsın bu durumda genel hükümler (BK 96’yı uygularsın veya
haksız fiile gidersiniz) uygulanır. (sözleşmeye aykırılıkta satıcı kendi
kusursuzluğunu ispat edebilirse sorumluluktan kurtulur ama haksız fiilde zarar
gören kusuru ispat etmek zorundadır.)
Şimdi gelelim;
Bedel İndirimi
Bunun nasıl tespit edileceği
konusunda biraz tartışmalar var. Oraya giremeyeceğiz. Sonuç olarak ayıplı hali
ile ayıpsız hali kaç para ediyorsa o oranda indirim isterim. Aslında en güzeli
şudur. Bedel indirime gidecekse alıcı bu konuda hâkimi alıcı kılması lazımdır.
Ama zorunlu değildir. Mesela bir eda davası ile tespit hükmü sonucunu alabilir
alıcı.
Ayıplı mal bazen başka yerden
gönderilebilir ayıplı mal. Buradan Erzurum'a gönderdim. Orada ifa edilecek
sözleşmeye göre. Erzurum’da satıcının temsilcisi varsa onunla işi halledeceksin
ama yoksa durumda gerekli tedbirleri almak lazımdır. Mesafeli satışlarda kanun
böyle bir şey öngörmüş. Kanun ayrıca şunu söylüyor. Ayıbı teslim ettirmen
lazımdır. Bütün bunlar tabi yapılmazsa ve satıcı da bunlardan zarar görürse
alıcının sorumluluğu var.
İmalatçının Sorumluluğu
TKHK’dan biraz bahsetmemiz
lazımdır. BK’ya göre satıcı sorumludur. Yani alıcı ve satıcından başka bir şey
söylemedik. Satış ilişkisi benim ile satıcı arasında ama bazen satıcıya benim başvurmam
mümkün olmayabilir. Ve satıcılarda kusurlu olmadığın fabrikanın öyle ürettiğini
söylerler. Seray üretmiş mesela, hoca normal olarak özel bir hüküm yoksa (alıcı
olarak) seraya gidemez. Çünkü arasında borç ilişkisi kurulmamış. Bu benimle
hoca arasındadır. Hal böyleyken Yargıtay çırpınıp duruyordu ki nasıl yapalım da
serayı sorumlu kılalım. Ve ben çoğu kez kendimi masum kabul edeceğim. Her ne
kadar alıncın sorumlu olması için ayıp aranmıyorsa da, Yargıtay şöyle demiştir.
Ben haksız fiil istemiştir diyor. Ama bu zorlamadır. Çünkü haksız fiilin hocayı
hedef alması lazımdır. Ama burada teknik anlamda haksız fiil yoktur. Nihayet
TKHK çıktı. O kanun şunu söylüyor. Bura da bir kere bayii satıcı sorumlu, arada
başka bayii varsa o da sorumlu. Üreten Seray'da sorumlu olur Eğer ithal
ediliyorsa ithalatçı da sorumlu. Hatta ve hatta bana kredi veren de sorumludur.
Ama bunun bir şartı vardır. Bu durumda görüyorsunuz ki birden fazla sorumlu
var. Ve bu sorumluluk müteselsil sorumluluktur. “Herkes ayrı ayrı zararın
tamamından sorumlu ise burada müteselsil sorumluluktan bahsederiz.
Ben diyelim ki bu ayıplı ifa
halinde ben bedel indirimini istedim, sözleşmeden döndüm. Bankaya gittim dedim
ki, ben sözleşmeden döndüm ey banka dedim. Bunun pratik olarak nasıl
uygulanabilirliği olabilir? à Bedel indirimi, onarım nasıl uygulanacak. Yani bu
zincirin halkaları çok fazla ve bana göre de tazminat yaptırımı dışındaki diğer
seçimlik hakların kullanılması çok zordur. Bir hüküm koyarsınız ama uygulanıp
uygulamayacağını bilmek zordur.
27 Eylül 2011
En son ayıp hükümlerinin
uygulanabilmesi için, söz konusu olan zaman aşımından bahsettik.
Zamanaşımı
Burada da yine 3 farklı kanundan
bahsedebiliriz. Birisi BK 207, diğeri TKHK ilgili maddesi ve TTK’nin ilgili
maddesi. Evvela BK açısından bakalım.
Burada teslimden itibaren 1
senelik zamanaşımı öngörmüştür. Her türlü dava için bu süre. Sakıt olur sözünü
teknik anlamda almıyoruz yani dava düşmez ama zamanaşımına uğrar. Kefalet yine
teknik anlamda almıyoruz. Yani daha uzun bir süre için garanti vermemişse 1
senedir. Tabi bunu uygulamada çok görürsünüz. Bir ürün alırsınız, biz size
garanti belgesi verirler filan. İşte bu hükme göre o garanti süresi içindeki
süre olarak belirlenmeli zamanaşımı. Fakat burada şu var, defi hakkınız var ama
bu def'iyi kullanabilmeniz için teslimden itibaren 1 sene içinde ayıp
ihbarınızı yapmanız gerekir. Fakat ayıp gizli de olsa nihayet teslimden
itibaren 1 sene içinde ayıp ihbarında bulunmuşsanız siz hiçbir süreye tabi
olmayan defi hakkına haiz olursunuz. Mesela siz bana bir ceket sattınız.
Cekette gizli bir ayıp var. Ceket hem küçüldü hem de rengini attı. Ben hemen bu
ayıbı öğrenince ayıp ihbarında bulundum. Daha sonra ihmal ettim ve dava
açmadım. Aradan bir sene geçti teslimden itibaren. Daha sonra benden satış
bedelini istediniz. Satış bedelini vermeyince de dava açtınız bana. İşte o dava
da defi hakkımı kullanabilirim. Defi olarak derim ki sen satış bedelini
istiyorsun ama senin malın ayıplı çıktı kardeşim derim. Görüyorsunuz tek şart
bir sene içinde ayıp ihbarında bulunmaktır. Peki, ayıp 2. sene çıkarsa ortaya
ne olacak? à
Artık treni kaçırdın. Hem ayıp ihbarını kaçırdın hem de defi hakkını kaçırdın.
Yalnız kanun bir şey daha söylüyor. Eğer satıcı alıcıyı ifal etmişse (ifal
etme= ırza geçme olarak kullanılsa burada kandırma ve hile yapmak
anlamındadır.) o zaman satıcı bir senelik zamanaşımını geçirdin vs. diyemez
diyor. O zaman ben teslimden itibaren 2 sene de geçse yine ayıp hükümlerine
dayanarak dava açabilirim. Fakat bunun bir sınırı olması lazım bu da 10
senedir. Kanun söylemese bile…(bu durum treni kaçırmanın tek istisnasıdır.)
TKHK göre ise bu süre 2 senedir.
YBK TKHK’yla paralellik sağlamıştır. TTK ise 6 aylık bir zamanaşımı süresi
öngörmüştür.
Satıcının Diğer Borçları
à Aksine sözleşme veya
adet yoksa tartmak ve ölçmek gibi masraflar satıcıya aittir.
Madde 186 nakil masraflarından
bahsetmiştir. Yasal ifa yerinde değil de bana filan yere gönder derse alıcı
üstlenir bunun masraflarını.
Benim size asıl anlatmak
istediğim husus 187. madde de yer alıyor. Ticari satımlar için getirilmiş bir
hükümdür. Bunun 106. madde ile farkı iyi bilmek lazımdır.--> Şimdi bir kere
ticari satım olacak ve vadeli bir satım olacak. Vade teslim için bir vade
öngörmüşse… Vadesi geldiği halde teslimde temerrüt ederse alıcıya teslim
talebinden vazgeçerek zarar ve ziyan isteyeceğini kabul edebilir diyor. Alıcı
illa teslim istiyorsa o vadenin bitiminde bunu satıcıya bildirmesi lazımdır.
Eğer söylemezse satıcıya teslimden vazgeçtiğiniz kabul edilir. 106 ile 187
arasındaki fark ise şu, 106’daki karine aynen ifadır. Eğer başka bir şey
isteyeceksen mehil tayin et ve iste diyor. 187’de ise ifadan vazgeçtiğini
müspet zararı isteyeceğini varsayarım diyor. Eğer aksini istiyorsan bildirmen
gerekiyor diyor. Peki, 187 neden bunu
yapmış? à
Ticari iş olduğu için ve ticari işlerde zaman çok önemlidir. Kardeşim sen
sözünde durmalısın. Ticarette hakikaten seri olmak lazımdır. Yasa koyucu tacir kafasıyla
bunu düşünmüştür. O yüzden böyledir. 106’da dönme olmasına rağmen 187’de de
dönmekte mümkündür ancak dönmek istiyorsa yine vadenin bitiminde bunu
bildirmesi gerekir diye yorumluyorlar doktrinde. (Vade belli burada ve kanunen
ticari işler kesin vadeli kabul edilmiştir :S:S burayı kontrol et bir yerden)
Mühletin bitimine kadar (örnekte 10 Aralık'a kadar) yani temerrüde düşmeden
önce sen teslimi istediğini bildirmen gerekiyor…
Alıcının Borçları
Size daha evvelde söylemiştim.
Malı teslim almak alıcının hem hakkıdır hem de borcudur. Sadece alacaklı
temerrüdü değil borçlu temerrüdüne de düşebilir. Satıcı ikisine de
gidebilecektir. Çünkü teslimden kaçınan adam bunu para vermemek için
yapıyordur. Dolayısıyla borçlu temerrüdüne düşer bu durumda. Eğer aksine adet
veya sözleşme yoksa teslimi derhal kabul etmek zorundadır.
Ayrıca satış bedelinin tayin
edilebilir olması yeterlidir kesin olması gerekmiyor. Eğer satış bedeli
belirtilmemişse, satışın yapıldığı gün ve yerdeki piyasa fiyatı satış bedeli
kabul edilir.
Madde 211 à Alıcının Temerrüdü à
Şimdi bu madde satım sözleşmesini alıcının temerrüdü bakımından ikiye ayırmış. Bir
veresiye satım iki peşin satım... Bunlara ayrı ayrı hükümler görmüştür. Şimdi peşin satımda alıcı satış
parasını (en önemli borcu olan) ödemede temerrüde düşerse satıcı (burada da
106. maddeden ayrılmış çünkü 106’ya göre mehil tayin etmek lazım meğerki
107’deki durumlar olsun. Burada ise mehil tayinine gerek olmadığını söylüyor
kanun.) hiçbir merasime gerek kalmadan sözleşmeden dönebilirim. Temerrüde
düşmüş olması lazım. Temerrüde nasıl düşeceği için geçen seneki bilgileriniz
kullanmanız lazım.
Doktrinde deniyor ki alıcının
temerrüdü halinde satıcı ister 211’e ister 106’ya gidebilir deniyor. Ya da
derhal döndüğünü bildirmezse 106. maddenin şartlarına tabi olur deniyor.
Veresiye satımda ise, sen
eğer veresiye satım yapmışsan, temerrütten evvel sen bu dönme hakkını saklı
tutmamışsan artık dönemezsin. Bu durumda ne yapacaksın? à Diğer haklarını
kullanacaksın. Yani ya müspet zararın tazmini ya da aynen ifa ve menfi zararı
istersin (emin değilim bu ikincisinden)
Veresiye satımın birçok türü
olabilir. Mesela taksitle satım olabilir. Taksitle satım için de alıcılar için
hem BK’da hem TKHK’nda birçok korucuyu hüküm getirmiştir. Taksitle satım veresiye
satımın özel bir türü olduğuna göre, 211 taksitle satımda da uygulanacaktır.
Yani daha önceden dönmeyi saklı tutmadıysa satıcı dönemez. Ancak satıcıları
başvurdukları başka bir müessese var. Mülkiyeti saklı tutma sözleşmesi… Ben
satıcıysa ve size taksitle satımda bulunuyorsam kendimi nasıl güvenceye
alabilirim? à
Sizden kefil isterim ama çok güvenli değil kefalet. Rehin isteyebilirim ama bu
da zor çünkü teslim etmem lazım onun için. Ya da sizden bono alabilirim ama
malı mülkü olmayan birisinin bonosu gazete kâğıdından ibarettir. Ama mülkiyeti
saklı tutma sözleşmesi ise çok güvenlidir. Çünkü ben mülkiyeti saklı tutarak
istihkak davası ile alabilirim malı geri…
2. Saat
MSTS hem eşya hukuku hem borçlar
hukukunu ilgilendiriyor. Eşya hukukunda zapt ve tekeffül ile ilgili kesişen
hususları anlatacağım.
Şimdi, MK 989’a göre 5 senelik
hak düşürücü süre içinde iyi niyetli zilyetlere karşı taşınır davası
açabilirim. Bir de kanun 989’da eğer bir kimse rıza dışı elden çıkan malı
pazardan, açık artırmadan veya benzer eşya satan yerden aldıysa taşınır davası
açılabilir ama isterse parayı vermek kaydıyla. Ama eğer ödemezseniz iyiniyetli
kişi alıkoyma hakkını kullanabilirdi.
Şimdi ben kitabımı unuttum ve
sizde alıp başka birine sattınız pazarda. Ben o kişinin elinde gördüm ve
taşınır davası açtım. Dava da siz ücret istemeden vermeye mahkûm olduysanız.
Hoca düşürdü Gülnaz sattı özgüre… Hoca elinde gördü kitabı özgürün. 989. madde
diyor ki, taşınır davasıyla isterse ve 5 yıllık hak düşürücü süresi var. Ama
özgür ben bunu pazardan aldım, o yüzden ben sana benim mal için verdiğim bedeli
ver ki bende sana vereyim diyebilir. Hocanın taşınır davasını açtı ve özgür mahkûm
oldu ve iade etti malı ücret ödemeden. Şimdi özgür Gülnaz'a gelip zapt
hükümlerini kullanır. (BK 194. madde) Ancak gülnaz bu durumda özgüre 989’daki
hakkını kullanıp da hocadan isteyebilirdin, o yüzden git işine diyebilir
mi gülnaz? Hoca diyemez diyor. Çünkü özgür kovboy olmuş çift silahlı kovboy. Ve
kanunun ona tanıdığı eşya hukuku ve borçlar hukuku tabancalarından birini
kullanabilir özgür. (ama tartışılabilir diyor hoca) (BU SINAVDA ÇIKABİLİR,
HOCA BAŞKA YERDE YOK DEDİ VE DE SORABİLİRİM BELKİ DEDİ)
Mülkiyeti Saklı Tutma Sözleşmesi
Medeni kanuna göre bu sözleşmeyi
noterde düzenleme biçiminde yapması gerekiyor. Noter işlemlere iki türlü
resmiyet verir. Biri düzenleme biçiminde, onaylama (tasdik) şeklinde olabilir.
Sen notersin bana düzenleme
şeklinde bir sözleşme yap, nasıl yaparsın? à Düzenleme şeklinde
işlemde noter baştan sona kendisi kaleme alır ve vatandaş sadece imza atar ve
imzaların ona ait olduğuna dair şerh düşerse bu düzenleme biçimindedir.
Onaylama biçiminde ise vatandaş
sözleşmeye dışarıda düzenler ver noter sadece imzaları onaylar. Resmiyet
kazanan sadece imzalardır.
Bunu hangi noter yapacak? à
Eskiden alıcının ikametgâhındaki noterdi yeni kanun herhangi bir noter
yapabilir diyor. Ayrıca bu sözleşme alıcının yerleşim yerindeki noterin
siciline tescil edilince oluyor MSTS tamamlanmış olur. MSTS sicile tescille
tamamlanmış olur. Fakat bu tapu sicili gibi değildir. İyi niyetli 3. kişinin
iyiniyetini ortadan kaldırmaz. Mesela ben size buzdolabı sattım ve MSTS yaptım
ayrıca. Daha sonra siz bu dolabı iyi niyetli 3. kişiye teslim ettiniz. Ama daha
sonra ben diyemem ki artık tescil vardı gözün kör mü gidip inceleseydin
diyemez. Ama tapu sicili için bunu diyebilirim. Ona yönelen güven korunur.
Burada ise öyle bir fonksiyonu yoktur.
Bu sözleşme yapıldı ya MSTS, bu durumda satıcı
sözleşmeden dönüp mülkiyeti talep edebilir mi? MSTS tasarruf işleminin şarta
bağlanması durumudur. İki türlü şart vardı taliki ve bozucu şart yani infisahi
şartlar vardı. Ve geçen sene bunu biz hep borçlandırıcı işlem açısından olaya
baktınız. Ama sadece bundan ibaret değil, tasarruf işlemleri de şarta
bağlanabilir. Sadece gayrimenkullerde bu mümkün değildir. Onun dışında bu
mümkündür. Gördüğünüz gibi MSTS’nde de tasarruf işlemi şarta bağlanmıştır.
Çoğunluk görüşüne göre bu şart geciktirici şarttır. Öyle ki taksitlerin tamamı
ödenince o şart Gerçekleştirilmiş olur ve şart gerçekleşir ve mülkiyet alıcıya
geçer. Diğer azınlık görüşe göre, bu bozucu şarttır. Öyle ki buradaki şart
taksitlerden birinin ödenmemesidir. Zamanında ödenmezse bu görüşe göre bozucu
şart gerçekleşir ve mülkiyet satıcıya döner. Ama bozucu şart dersek mülkiyet
alıcıya geçer. Hoca çoğunluk görüşünü kabul ediyor. Çünkü adı üstünde MSTS… Ama
bu konu tartışmalıdır.
Bir şey daha, dedik ya 211. madde
son fıkrası veresiye satımlarda satıcı daha evvel dönme hakkını saklı
tutmadıkça temerrüt halinde dönemez dedik ya. İşte MSTS 211/son’daki dönme
hakkının saklı tutulması anlamına da gelir. Yani bu görevi de gerçekleştiriyor.
Devam edelim acaba MSTS’ni notere yaptırdık ve alıcının yerleşim yerindeki
sicile tescil ettirmedik. Yani yarım kaldı. İşte bu yarım sözleşme de 211’in
son fıkrasındaki şartı gerçekleştirmiş olur. MSTS’in tamamlanması her bakımdan
faydalıdır. Bir mülkiyet saklı tutulmuş olur iki 211/son kullanılabilir. Eğer
yarım kalmışsa sözleşme dönme hakkını kullanabilirsiniz ama artık istihkak
davası değil sebepsiz zenginleşme ile geri alabilirsiniz bunu.
Hocam bozucu şart ve geciktirici
şartın istihkak davası açısından bir farkı yok mu? à Şimdi eğer bozucu şart
kabul ederseniz ve alıcı bunu başkasına satarsa 3. kişi mülkiyeti kazanır. Ama
geciktirici şartı kabul ederseniz 3. kişi sadece iyi niyetliyse mülkiyeti
kazanır çünkü alıcı sadece emin sıfatıyla zilyetliktir. İyi niyetli değilse
mülkiyeti kazanamaz.
03 Ekim 2011
Satış sözleşmesini görmeye devam
edeceğiz… Satıcının borçlarını görmüştük. Birçok borcu vardı onlar gördük. En
sonunda satıcını teslim borcunu gördük. Teslim borcunu ifa etmezse ne olur onu
gördük.
Şimdi alıcının borçlarını görelim
Alıcının Borçları
Alıcının aslında ilk akla gelen
borcu semeni ödeme borcudur. Ve şunu da biliyorsunuz, alıcı hem satım bedelini
ödemekle borçlu hem de satış konusu malı teslim almakla borçludur. Yani teslim
almaktan kaçınırsa ister alacaklı ister borçlu temerrüdü hükümlerine göre takip
etme imkânınız var. Şimdilik satış bedeli ile ilgili olanlara bakalım.
Madde 210’u daha evvel gördük
sizinle. Kim önce borcunu yerine getirecek diye gördük. Sanki 81’den ayrılınmış
gibi insanı düşünceye götürüyorsa da bunun doğru olmadığını söyledik. Yani önce
satıcı borcunu yerine getirecek sonra parayı isteyebilecek diyor ama herkesin
oy birliğiyle kabul ettiği şey şudur ki, bu sadece 81. maddenin başka bir
ifadesidir diyorlar. Satıcının gözüyle bakıyor sadece olaya ve bunu anlatma
çalışıyor. Fakat 2. fıkrası anlaşılmaz bir hüküm getirmiştir ve tercüme hatası
olduğu için çok zor anlaşılıyor vaziyettedir. Şunu demek istiyor; borçludan
faiz alınabilmesi için ne lazımdır? à Borçlunun temerrüde
düşmesi lazımdır. Temerrüt tarihinden itibaren faizi istersiniz. Temerrüde
düşürmek için de temerrüt ihtarı çekmeni lazımdır. Şimdi bunu biraz
değiştirmiştir genel hükümlerden. Şimdi ya adet temerrüt ihtarına gerek yoktur
diyecek ya da satış konusu nesne bir ürün getiren nesne olacak ve de satıcı
malı teslim etmiş olacak ve de alıcı bu ürün getirme imkânına sahip olduğu anda
temerrüt ödemekle yükümlüdür.
Peşin satımla veresiye satımı
ayırmıştı kanun. Veresiye satım nedir? à Parasını almadan malı
teslim etmiştir. Şimdi mülkiyeti saklı tutma sözleşmesi noter tarafından
yapılması gerekir. Bu geçerlilik şeklidir. Ama MSTS’ nin tamamlanması için
alıcının yerleşim yerindeki noterin tuttuğu MTST siciline tescil edilmesi
lazımdır. Ama mutlaka alıcının ikametgâhı siciline tescil edilmesi lazımdır.
Eğer son aşama gerçekleşmezse MSTS yarım kalmıştır dolayısıyla mülkiyet saklı
kalmıştır. Ama bu işe yarar. Eğer alıcı semeni ödemezse dönme hakkının
kullanılması lazımdır dönebilmek için ve bu dönme hakkının saklı tutulduğunu
gösterir. Adi yazılı şekilde filan yapılsa MSTS yine saklı tutma sözleşmesi
olmamış olur fakat 211’e göre bu saklı tutma gerçekleşmiş olur.
211. maddeyi daha evvel
gördüğümüz için üzerinde çok fazla durmayacağım. 212. madde arkadaşlar, tabi
temerrüt nedeniyle satıcının bir zararı doğmuşsa o zarar da tazmin edilecektir.
212 de bunun nasıl tazmin edileceği söyleniyor. BU hüküm sadece ticari satışlar
için geçerlidir. 2. fıkrada ise borsa da resmi bir bedeli varsa 1. fıkradaki
somut yöneteme gerek kalmadan soyut yöntemle yani borsadaki kayıtlı fiyatı ile
sana sattığım fiyat arasındaki farkı senden tazmin edebilirim diyor. Fakat
bunun sadece ticaret satımlarına mı yoksa tüm satımlara mı olur? Bu
tartışmalıdır. à Şimdi seninle bir
satım sözleşmesi yaptım. Sen temerrüde düştün yani 100 lirayı ödemiyorsun.
Benim dönme hakkım var döndüm diye. Bu dönmede uygulanacak. Eğer teslim
etmediysem etmem, ettiysem senden geri alacağım. Şimdi ben başka bir arkadaşa
sattım (ikame satım yaptım) ona 80’e sattım. İşte bu 20 liralık fark benim
zararımı oluşturuyor bunu senden alırım diyor birinci fıkra. Şimdi ikinci
fıkrada ise bu ilk fıkrada yapılan işlemi yapmadan borsadaki fiyatından
bakılabilir. Ama unutmayın 2. fıkra için bir şart vardır.
Soru: Tapuya kayıtlı
olmayan taşınmazın mülkiyeti nasıl geçer ve de bunun için yapılan sözleşmenin
şekli nedir?--> (hocaya sor)
Gayrimenkul Satımı
Şimdi bakın. Bir kere bunu sağır
sultan duydu artık. Birinci ikinci sınıfta birçok kere birçok hocanız söyledi
size. Gayrimenkul satımı mutlaka resmi biçimde yapılan bir sözleşmedir. Yani
taşınır satımında resmi şekle uymak gerekmiyor kural budur. Özel bir takım
düzenlemelerde kanun özel düzenlemeler getiriyor. Borçlar kanuna göre genel
düzenleme nedir menkul satımı hiçbir şekle tabi değildir. Mesela alacağın
satımı olabilir mi? à Satış nedir ivazlı mı ivazsız mı? à
İvazlıdır. O yüzden alacağın satımı ivazsız olmaz. O yüzden bu satım şekle
bağlı değildir. Alacağın satımı alacağın temlikin vaadidir. Niçin? à
Çünkü alacağın temliki tasarruf işlemdir. Bunu vaat etmek borçlandırıcı
işlemdir. AT vaadi ön sözleşmemidir? à Hayır değildir. Çünkü
tasarruf işleminden önce yapıldığı için sözleşmedir. Ama gayrimenkul satış
vaadi ise bir ön sözleşmedir. Ama satış sözleşmesi nasıl bir sözleşmedir? à
Bir borçlandırıcı işlem olduğu için ve borçlanılan şey tasarruf işlemini
borçlandırdığımız için sözleşmedir. ATV’de de bir borçlandırıcı işlem vaat
edilmediği için tasarruf işlemine yönelik olan bir işlem olduğu için bir
sözleşmedir. Şimdi biz bunlara niye girdik? à Vaat deyince aslında
aklımıza ön sözleşme gelmesi lazımdır. Fakat alacağın temlikinin vaadinde ise
biz tasarruf işlemi olduğu için temlik burada sözleşme oluyor. Yani vaat ismine
hemen kanmayın demek için… Şimdi alacağın satımı ise bir şekle tabidir.
Bir soru üzerin ayni sözleşme
için consensus artı res olması lazım diyor hoca.
Alacağın satımı demek ki hiçbir
şekle tabi değildir. O zaman alacağın bağışlanması ise bu yazılı şekle tabidir.
Gerçi alacağın bağışlanması sözleşmesinde alacağın temlikinin vaadidir. Yani
ATV olduğu için şekle tabi değildir ama 238. madde uyarınca gayrimenkul
dışındaki her şeyin bağışlanması adi yazılı şekle tabidir. Orada bu yazılı
şeklin olmasının sebebi ise sizi düşünmeye sevk etmektir. Ve burada karşılıksız
bir şey verdiğiniz için bir kere daha düşünmeniz için size böyle bir şey
söylüyor. (şimdi bunları kitaplardan bulmanız zordur. Bunları burada öğreneceksiniz.)
Demek ki gayrimenkul satımı resmi
şekle tabi ve gayrimenkul satımı dışındaki her şey kural olarak şekle tabi
değil ama bunların istisnaları olabilir. Gayrimenkul satımındaki resmiyeti kim
verir? à
Bu resmiyeti tapu memuru verecektir. Bunu kanun söylemiyor. Biz bunu tapu
kanunu 26. maddeden çıkarıyoruz. Bu madde bu resmiyetin tapu memurunun
vereceğini söylüyor. Bu resmiyetle ilgili eşya hukukunda da anlatacağımız gibi,
neler kapsamalıdır? à Bu resmiyete uymamanın hangi yaptırım uygulanacağını
belirtmemişse biz buna ispat şekli mi deriz sağlık şekli mi deriz? à
Çünkü (buraya ‘çünkü’den sonra kanun varsa koyarsınız) 11/2’de buna değiniyoruz. Şimdi burada demek
ki bu geçerlilik şekli deniyor. Şimdi kanun bir şekilden bahsetmişse hangi
hukuki işlemin bu şekle girmesi gerekmektedir? à Yani sözleşmenin her
şeyi mi şekle tabidir? à Sözleşmenin kurucu(asli, karakteristik) unsurları o
şekle tabi olmalıdır. Diğerleri dışarıda kalabilir. Şimdi satım sözleşmesinin
iki unsuru var. Semen ve maldır. Yani ne satıldı ve kaça satıldı şeklindeki
esaslı unsurlardır. Bunların resmi şekilde yer alması lazımıdır.
Hepimiz grip oluyorsunuz. Çoğu
kez de ayakta geçiririz. Yani bunu hastalıktan saymayız. Çünkü çok yaygındır. Hâlbuki
grip bazen öldürücü de olabilir. Yaygın yanlışlar pek kale alınamaz. Şimdi
şekil esaslı unsurları içermeli dedik. Şimdi esaslı unsurlardan biri de satış
bedelidir dedik. O halde bu satış bedelinin gerçek olması lazımdır. Eğer
muvazaalıysa satış bedeli, o bedel tayin edilmemiş sayılır. Yani ayaklardan
biri gitti. Şimdi Selin’e ben tarlamı satıyorum. Şimdi harçlar kanuna göre bir
harca tabidir bu satım işlemi. Ve yine aynı kanuna göre yarısı satıcı yarısı
alıcıya aittir. Şimdi ben selinle anlaştım. Biz zengin miyiz dedik boş ver harç
ödemeyi dedik. Biz tapu memuruna dedik ki 50.000 lira dedik. Satış konusu belli
ve satış bedelini 50.000 lira dedik ama aslında 100.000 liradır. Şimdi burada
geçerli mi geçersiz mi satım? à Kocaman kocaman hukukçular tartışıyor bunu. Yani
diyorlar ki eğer böyle yaparsak toplum düzeni bozulur diyor. Yargıtay’da da şu
var şufa davalarında eğer satış bedeli düşük gösterilmişse ve ön alım hakkı
sahibi o düşük bedel üzerinde o hakkı kullanır… Şimdi toparlayalım. Şufa hakkı
geçerli satış bedeli üzerinde kullanılabilir sadece. Ama Yargıtay muvazaa
nedeniyle olan geçersizliği görmezden geliyor. Şimdi hem muvazaalı sözleşme
batıldır hem de şekle aykırılık vardır. Neden böyle yapıyor çünkü doktrinde
böyle yapıyor.
2. Saat
Demek ki hem doktrin bakımından
hem Yargıtay bakımından satış bedelindeki muvazaa (gayrimenkul satışlarında)
bir geçersizlik nedeni görülmüyor. Bunun hukuken doğru olmadığını söyledik.
Konumuza dönelim. Bir esaslı
unsurlar şekle uymak zorundadır. İki türlü esaslı şekil var. Bir kanunen esaslı
şekil olabilir. Bir de taraflar esaslı unsur kabul edebilirler bazı şeyleri.
Her ikisinin de şeklin kapsamına girmesi lazımdır.
Borçlar hukukunu ilgilendiren
kısımları bunlardan ibaret değildir. Bir kere şunu söylemek lazım, gayrimenkul
satımından MSTS yapılamaz. Çünkü tescil hiçbir şarta tabi olamaz. Oysa
mülkiyeti saklı tutma sözleşmesi tasarruf işlemindeki şartı anlatır. (bu da tartışmalı
biliyorsunuz. Bir görüşe göre geciktirici, bir görüşe göre bozucu şarta
bağlanmıştır. Fakat her halde şarta bağlanmıştır.) Fakat tasarruf işlemi
gayrimenkullerde şarta bağlanamaz. Bunun tek istisnası à Gayrimenkulün
bağışlanmasında kendini gösterir. Bağışlayana dönme kaydıyla bağışlama denilen
şeydeki kayıt şarttır. İşte gayrimenkullerde bağışlayana dönme şartı konulmuşsa
bu şart tescil edilebilir. Çünkü bu bozucu şarttır. Burada mesele şudur à
Mesela ben birisine ev bağışlıyorum. Bağışlayana dönme kaydıyla bağış hem
taşınır hem taşınmazda olabilir. Ama taşınmazda görelim. Şöyle bir kayıt
koyuluyor. Eğer sen benden evvel ölürsen bu tarla geri bana dönecek. Yani şu
demek, ben sadece sana bağışlamak istiyorum mirasçılarına değildir. İşte burada
dikkat ederseniz tasarruf işlemi bozucu şarta bağlanmıştır. Bu şart geçecekte
şüpheli bir olaydır. Senden önce öleceği şüphelidir. Teknik anlamda bir şart
vardır. Gayrimenkullerde sadece bu olabilir. (yasal istisna) Demek ki kanun
istisna getirebilir ama kural şarta bağlanamaz gayrimenkul satımı…
Şimdi arkadaşlar burada gene şu
konuları görmemiz lazımdır. à Rapt etmek nedir? à Eklemek demektir.
Okuduğunuzu anlayın biraz. Madde 213 à Burada göreceğimiz
gayrimenkul satış vaadi, sözleşmeden doğan alım hakkı, geri alım hakkı, ön alım
hakkı… Bunları bir parça görmemiz lazım. Bunlar eşya hukukunu ilgilendiren
konular orada da göreceğiz. Orada Eşya gözlüğü takacağız burada da borçlar
hukuku gözlüğüyle bakacağız.
Gayrimenkul Satış Vaadi Sözleşmesi
Nitelik olarak bir ön sözleşmedi.
Çünkü bu vaatle bir satış sözleşmesi yani borçlandırıcı işlem vaat ediliyor.
Yani 3 istasyon düşünün. Bazen iki istasyonlu olur hukuki ilişkiler. Yani ön
sözleşme aşaması olmaz. Ama satış vaadi sözleşmesinde bu 3 aşamayı görüyoruz.
Şekle tabi midir? à Resmi şekle tabiidir. Bu resmiyeti kim verir? à
Resmiyeti kimin vereceğini (kanun sadece resmi şekilden bahsetmişse bu durumda
genel yetkili resmi makam olarak sadece noter aklımıza gelecek. Şimdi bazı
mantık kuralları sonucu tapu memurunun yapabileceği sonucu çıkar. Çünkü satış
sözleşmesine resmilik kazandıran bile tapu memuru evleviyetle satım sözleşmesi
vaadini de yapabilir. Demek ki çoğu yapan azıda yapabilir. Haydi, haydi
yapabilir yani… Zaten Yargıtay ve doktrinde böyle kabul ediyor.) Noter yaparsa
düzenleme biçiminde yapılacaktır. Şeklin neleri kapsaması gerektiğini
biliyoruz.
Şimdi ben size gayrimenkul satış
sözleşmesi yapacağımızı söylüyorum. Böylece satış vaadi sözleşmesi yapıldı. Ben
borcumu yerine getirmezsem (1 sene geçti yapmadım). Sizde geldiniz artık gelin
şu vaadinizi yapalım tapuda diyoruz. İşte satış vaadi borcumu yerine
getiremedim. Ne yapabilirsiniz? à Dava açacaksınız. Bu ne davasıdır. Bu eda davasıdır.
Yenilik doğurucu bir dava filan değildir. Eda davasıdır. (davalar kaça
ayrılırdı? à
Tespit davası, eda davası, inşai (yenilik doğurucu) davalar. Buna eşdeğer
olarak kararlarda 3’e ayrılır.) İşte bu eda davasıdır. Ne diyorsunuz? à
Hoca bana vaat etti parasını da aldı ya da almadı tapuya gidecektik diyor.
Burada dananın kuyruğu kopuyor. Burada Yargıtay ve çoğunluk şunu söylüyor. (gayrimenkul
mülkiyeti tescille beraber geçerdi ama mahkeme kararıyla birlikte burada
tescilden evvel mülkiyet geçiyor) Şimdi çoğunluk bu görüşte. Fakat biz azınlık
görüşü, Oğuzman hocaya göre, bir kere mademki satış vaadidir bu, mademki satış
sözleşmesini hedeflemiştir. Nasıl mülkiyetini istersiniz ki? à
Hâkimden ancak şunu istersiniz. Adam caydı sen karar ver bu satış sözleşmesi
yerine geçer. Ondan sonra elimizde hâkimin kararı ve benim dediğim kararla
sözleşme oluşur. Şimdi gel sen bu sözleşme üzerine tapuda benim üzerime tescil
et diyor. Eğer yine kaçınırsa bunu yapmaktan işte bu durumda bir dava daha
açılması gerekir diyor Oğuzman. Şimdi hoca çoğunluk görüşünde ama Oğuzman'ın
görüşü hukuk tekniğine daha uygundur. Ama usul ekonomisi açısından filan böyle
bir tek davayla biter diyor. Ama Oğuzman MK 716’ya göre diyor ki, eğer tasarruf
işlemine esas teşkil ederse bu dava olur diyor ama bu vaattir yani
borçlandırıcı işleme esastır dolayısıyla 716’ya göre dava açılmaz. (716 ne
zaman hâkime gidileceğini söylüyor) Şimdi buradan sonra zayıf Oğuzman'ın görüşü
bundan sonra hâkimin kararı neden satıcının kararı yerine geçiyor? Böyle bir
hüküm yoktur kanunda. Almanya’da var ama bize yok. Neyse işte böyledir
kısaca. İki görüşte aynı şeyi söylüyor.
Ama işte Yargıtay da çoğunlukta usul ekonomisi yönünden bu tek davayı kabul
ediyor.
Bir de oğuzmanın şöyle bir görüşü
var ki kabul edilemez. Satış vaadi borcu, satış vaadi alacağı doğmuş olması
için alacaklı tarafından bir yenilik doğurucu beyanda bulunması gerekmez. Zaten
o ilişki kurulmuştur. Nereden çıktı yenilik doğurucu beyan işi filan? à
Bunun hukuki dayanağı yoktur.
Bir şey daha söylemek lazım GMSV bakımından.
Biliyorsunuz borç ilişkisi nisbidir. Yani sadece o ilişkinin tarafları arasında
etkilidir. 3. kişi o ilişkiden olumlu ya da olumsuz etkilenmez. Buna borç
ilişkisinin nisbiliğidir. Fakat bunun istisnaları vardır. Mesela 3. kişi
yararına sözleşme böyledir. 3. kişiyi koruyucu etkili sözleşme böyledir. à
Şimdi bensizinle bir sözleşme yaptım. Bu ikimizin arasındadır nisbiliği
gereğince. Mesela piknik tüpü, mutfaktaki tüp gazım bitti, bana bir tüp yolla
diyorum gönderiyor. Çocuğa diyorum ki gel tak şunu diyor ve bir de çakmağı
çakıyor var mı kaça diye ve patlıyor. Şimdi ben yaralanıyorum. Benim evimdeki
hizmetçi yaralanıyor. Komşu yaralanıyor. Filan… Şimdi aslında ben yaralanıdğıma
göre ben sözleşmeye aykırılıktan dolayı 100. maddeyi de aracı kılarak (ifa yardımcısı
yolladığı için; ifa yardımcısı onun sözleşmesel sorumluluğunu yerine getiriyor)
sözleşmeye aykırılıktan tazminat için gidebilirim. Acaba sözleşmeye
aykırılıktan dolayı hizmetçi ve komşum gidebilir mi? à haksız fiilden
bahsetmiyorum dikkat edin. Borca aykırılıktan dolayı gidebilir mi? à
Şimdi, o akdin koruyucu alanına kimler girer? à Bir kısmı başkaları da
girer konusunda bir sorun yok ama kimlerin girdiği çok tartışmalı doktrinde.
Deniyor ki genel olarak, o tehlikeye en fazla muhatap olabilecek kişiler o alan
girer. Mesela misafir onun içinde değildir çünkü tesadüfen gelmiştir. Ama
hizmetçi devamlı ve doğal olarak bu tehlikenin muhatabıdır. Bu aslında MK 2’ye
dayanıyor. İşte gayrimenkul satış vaadinde de nisbi ilişki vardır. Yani ben
bahara satış vaadi etsem ve gidip Merve'ye satsam bahar merveye başvuramaz.
Çünkü nisbilik prensibinden dolayıdır. İşte gayrimenkul satış vaadi şerhle
güçlendirilebilen haklardan biridir. Bazıları böyledir. Ancak bunlarda numereous
clauses ilkesine tabidir. Açıkça kanun (gayrimenkulde tapu kanununda)
taraflardan birinin tek taraflı beyanıyla şerh edilebileceğini söylüyor. Ve bu
şerhin etkisi 5 senedir. Ve tapuya bir kişisel hakkın şerh edilmesi için şerh
anlaşılması gerekir ama burada tek taraflı beyanla yapılabiliyor.
04 Ekim 2011
Ders işleyeceğiz Ömer hocayla
geldi. Bizim borçlar kanunumuz talihsiz bir ayrıma dayanıyor. Dersleri
anlayabilmeniz için borçlar hukukuna ait bir ayrımı öğrenmeniz gerekiyor. Bu da
borçlandırıcı işlem ve tasarruf işlemi…
Hanımefendi borçlandığı kişiyle
evlenmek istiyor. Ne var ki borçlandığı kişi kanunun evlenmesine izin vermediği
birisi. Bunun ne ihtimalleri var ya kan hısımları olabilir veya aynı cinsten
biri olabilir. Ayşe Fatma’ya âşık ve Ayşe uyurken Fatma Ayşe’nin açık
penceresinden bir gül fırlatıyor. Ben sapığım ve gidip o gülü çalıyorum. Ne
olur? 2à
Gülü fırlatan erkek olsa ne olurdu? 3) Gece yatıyorum ve Banu alkan benim
penceremden gül fırlatıyor. Ayşe ne zaman zilyet oldu. Ömer zilyet oldu mu? à
1)
Ayşe ne zaman zilyet oldu? Ömer zilyet oldu mu?
2)
Ayırt etme gücünden sürekli olarak yoksun olan Ömer
gece yatakta uyurken Ömer’den hoşlanan birisi yatığıma gül koyuyor ve uyanınca
gülü alıyorum ve ne kadar güzel diyorum. Zilyet olur mu Ömer?
3)
Bir kişide malik sıfatıyla zilyetlik ve emin sıfatıyla
zilyetlik birleşebilir mi?
4)
Bunları düşüneceksiniz.
Biz borçlar özelde size
anlatırken bir özel hükümler var dedik. Bir de özel hükümler var dedik. Derse
nasıl başladık. Belli sözleşme tiplerinin uygulamada çok olduğu için bunlar
düzenlenmiş dedik ama yeni kanun düzenlenirken franchise, leasing, garanti
sözleşmesi düzenlenmedi. Yani yeni kanun mahvetti. Ayrıca evlenince siz
eşinizin rızasını almadan kefil olamayacaksınız.
Ama YBK borçlandırıcı işlem ve
tasarruf işlemi ayrımı işlemini düzeltmedi.
Taşınmazlarda tasarruf işlemi
tescil midir? Hayır. Tescili tapu memuru yapar. Borçlandırıcı işlemi ve
tasarruf işlemini taraflar yapsın. O yüzden tasarruf işlemi tescil talebidir. Mülkiyet
tescille geçer deyin ama tasarruf işlemi tescil demeyin tescil talebidir deyin.
Kanun 1926’da yapılmıştı ve bu
yüzen eleştirilerimizi bitireceğiz. Romanın bu şekilci düşüncesinden
vazgeçmesini isterdik ama geçmedi.
Biz bir zapt, ayıba karşı
tekeffül veya bir ayıp problemi çıkınca kanunun şu geri düşüncesiyle ortada
geçerli bir sözleşme olması lazımdır. 3 sene önceki öğrenciler kurulmamış
sözleşmeden tarafların lehine tekeffülü tartıştılar ama kaybettiler. O yüzden
sözleşmeye
Pratik–1
(A), bilgisayarını (B)’ye satar. Taraflar
arasındaki anlaşma uyarınca, bilgisayar (A)’nın bilgisayar olan ihtiyacı
nedeniyle (B)’ye bir hafta sonra teslim edilecek, mülkiyet de teslimle
geçecektir. Satıştan 3 gün sonra, (A) bilgisayara daha fazla fiyat teklif eden
(C) ile de satış sözleşmesi yapar. Ve bilgisayarın mülkiyetini hükmen teslim
yolu ile (C)’ye geçirir. Bilgisayar verilen söze uygun olarak (B)’ye teslim
edilir.
Sorular:
1)
C, B’ye istihkak davası açarsa sizce B nasıl bir yol
izlemelidir?
2)
Bilgisayar B’ye yapılan satıştan 2 gün sonra komşuda
çıkan yangın sonucu yanıp kül olsaydı, B ödediği satış bedelini A’dan geri
isteyebilir mi?
Pratik–2
Bay (Ö), istekle ders
anlatmaktadır. Öğrencilerin akıllı olanları derse gelip not tutmakta,
dinlemektedir. Daha da akıllı olanları ise, Ö’nün iznini almadan ses kayıt
cihazı ile sesini kaydetmekte ve ders hiç gelmeyen çok daha akıllı öğrencilere
para karşılığında satmaktadır.
Sorular:
(Ö) daha akıllılardan ve çok daha
akıllılardan neler talep edebilir? Daha akıllı ve çok daha akıllılar arasındaki
satım sözleşmesi geçerli midir?
2. Saat
Pratik–1
Borçlar Özel 1 final sorusuydu
bu.
1)
A—Satım—B sözleşmesi yapılıyor. (Ben kalemimi
arkadaşınıza satıyorum. Diğer arkadaş 2 liraya sat diyor. Peki, burada arkadaş
diğer arkadaşa herhangi bir talepte bulunabilir mi? à hayır dedik. Ama diğer
arkadaşın bu kaleme hiç ihtiyacı yok ama sırf arkadaştan nefret ediyor. Aslında
diğer arkadaşınız arkadaşınıza ha tokat atmış, sırf kötülük amacıyla hareket
ediyorsa haksız fiil işlemiştir. Bundan dolayı arkadaşınız diğer arkadaşınıza
sözleşmesel bir şekilde gidemese de haksız fiille gidebilir.) Mülkiyet A’da
kalacak. Hükmen teslim ne demek? à Bende kalsın. Kısa elden teslim ise sende kalsın
demektir. Yani hükmen telsim maddi zilyetliğin devri eylemi olmaksızın mülkiyeti
nakleden işlemdir. Ama mal fiili olarak A’da kalmıştır. Ama mülkiyet arada
teslim olmamasına rağmen B’ye geçmiştir. A ile C arasında hükmen teslim iradesi
yoktur. Dolayısıyla mal A’da kalacak diye anlaşmışlardır. A ile C arasında ise
bir hükmen teslim anlaşması ile mülkiyet karşı tarafa geçer mi? à
Geçer. C malik oldu. Bu soruda aradığımız ikinci şeydir? à
B’nin C’ye karşı gidebileceği haksız fiile dayanabileceğimiz bir kavram
kullanmamamıza rağmen bunu sınavda bahsedeceksiniz. Borçlar genel ve kişiler hukukunda
anlatıldığı için bildiğinizi var sayarız. A ile C arasında hileli bir anlaşma
olmadığı için ve tehlike olmadığı için, B’ye karşı C herhangi bir talepte
bulunamayacak. B malik olmuş mudur? à B bu teslime rağmen
malik olmuş mudur? à Romalılar kimse hakkında daha fazlasını devredemez
diye anlatılıyor. Mülkiyet C’de ise A nasıl mülkiyetini geçirebilir ki?
Geçiremez işte zaten. Dolayısıyla B malik olmaz. C B’ye karşı istihkak davası
açarsa B nasıl bir yol izlemelidir? à Cevap: C Malik olduğu
ve C’nin hakkı A ile B arasındaki satım sözleşmesinden sonra var olmuştur. BK 189 lafzı karşısında B’nin A’ya karşı
zapta karşı tekeffül hükümlerinden yararlanamayacağını kabul etmek gerekir.
Çünkü A ile B arasındaki satım sözleşmesi yapılırken, bilgisayar üzerinde 3.
bir kişinin hakkı yoktur. Bilgisayar tertemiz, apak, ana sütü gibi helal olarak
A’nındır. Ne C’nin ne de 3. bir kişinin onun üzerinde bir hakkı yoktur. B, A’ya
karşı 96 ve devamına göre hareket eder. Akıllı avukat sadece olayları yazar
nitelemeyi hâkime bırakır. Zapta karşı tekeffül mü BK 96 mı olduğu hâkime
bırakır ve hâkimin görevidir yasa gereği ona göre sadece olayları zikretmek
önemlidir.
10 Ekim 2011
Önce bir pratik çalışma yapalım
sonra derse devam edelim.
Pratik
A, B’nin buğday tarlasında istiflediği
bir ton samanı telefon görüşmesiyle satın alır. A ile B arasındaki anlaşmaya
göre, samanlar A tarafından iki hafta içinde teslim alınacaktır ve satış bedeli
de teslim anında ödenecektir. O günlerde hava tahmin raporlarının olumsuz
olduğunu da nazara alan taraflar telefonda şu husus üzerinde de anlaşırlar:
“Şayet teslim zamanına kadar büyük bir fırtına çıkıp samanlara zarar verirse
satım sözleşmesi ortadan kalkacaktır.” Bu görüşmeden iki sonra çıkan büyük
fırtına ve şiddetli yağmur yüzünden tarladaki söz konusu samanların bir kısmı
savrularak bir kısmı da oluşan sellere kapılarak yok olur.
Sorular
1-
Olaya göre B satış bedelini isteyebilir mi? Niçin?
2-
Samanlar henüz teslim zamanı gelmeden çıkan bir yangın
sonucu yok olsaydı, bir önceki sorunun cevabı değişir miydi? Niçin?
Cevaplar
Şimdi A ile B arasında bir ton
buğday satımına ilişkin bir sözleşme yapılıyor. A, B’den alıyor. A alıcı B
satıcıdır. Şimdi bu aradaki satış sözleşmesine göre, A samanları iki hafta
içinde teslim alacak ve satış bedeli de teslim anında ödenecektir. Demek ki,
böyle bir hem satış konusu bakımından hem satış bedeli bakımından bir vade ön
görülmüş. O günlerde hava tahmin raporları da olumsuz geliyormuş. Taraflar şu
noktalar üzerinde de anlaşmaya varıyorlar.
1- Arkadaşınız burada bir bozucu
şart vardır. Yani şiddetli fırtına samanlara zarar verirse satım sözleşmesi
ifadesi bunu gösterir diyor. Sözleşme ortadan kalkarsa satış bedelini isteyemez
diyor.
MBK madde 152’yi okuyunuz.
Arkadaşlar burada özel borç
ilişkileri dersi ve satımı işliyoruz. Burada satım sözleşmesi var yani saman
satımı vardır. Burada bir satım sözleşmesi vardır. Bu satım sözleşmesinde
hasarla ilgilidir. Yalnız birde burada 2. sınıfın bir konusu vardır. Şarta
bağlı bir işlem meselesi vardır. Demek ki hem hasarı hem şartı bilgilerinizi
gözden geçirip bunu çözmeniz gerekirdi. Şart ve hasar…
Hocanın Cevabı: Burada o şartı
yakalamak lazım. Burada bir bozucu şart vardır. Gelecekteki vukuu şüpheli olay
değil midir? Yani tipik bir şart var. E bozucu nerden anladık? Sözleşme ortadan
kalkar diyoruz. Şimdi burada sözleşme ortadan kalkar diyor. Madde 152 bozucu
şartlara ilişkin hükme bakıyoruz. Ani edimli sözleşme olduğu için burada
sözleşme baştan itibaren ortadan kalkar. Ama kira filan olsaydı (sürekli borç
ilişkisi doğuran akit olsaydı) geçmişe etkilemezdi. Ama burada 152/2 kaideten
diyor ya işte adi edimli ilişki en güzel edimdir. Burada geriye yürümüştür ve
baştan itibaren geçersiz olacaktır. Eğer böyle bir durumda anlaşmasalardı çünkü
2- Burada bozucu şart bir fırtınanın
oluşmasıdır. Yangın bunun içindedir. O zaman sözleşme geçerli olacağı için
hasar oluşmuştur. Hasar bugünkü kanuna göre alıcıya geçerdi bu yüzden B
isterdi. Yeni kanunda ise zilyetlik geçmeden hasar geçmeyeceğinden B satış
bedelini isteyemeyecektir. Zilyetlik geçseydi hasar geçecekti o zaman
isteyemez.
Burada kusursuz ifa imkânsızlığı
söz konusudur. Çünkü istiflenmiş diyerek cins borcu olmasına rağmen bu borç
aynen parça borcu gibi olacağından kusursuz ifa imkânsızlığı vardır. Ama madde 117’nin istisnası 183tür ve bu
yüzden hasar hükümleri uygulanır.
***Eğer bilmiyorsanız üstünüze
vazife olmayan şeyi yapmayın. Vekâletsiz iş görme üstüne vazife olmayan işi
yapmadır. Eğer üstüne vazife olmazken iş yaparsan canına okurlar bu durumda.
Eğer yüzme bilmiyorsam fazla derinlere gitmemem lazımdır. O yüzden biliyorsanız
açılın yoksa sizden ne isteniyorsa onu yapın.
Şimdi hoca yeni kanuna göre
hasarın geçmesini açıklayacak. Yeni kanunda 208. maddededir hasar ve zarar. Burada
taşınır söz konusu olduğuna göre bu samanın zilyetliğinin devri ile bu hasar
alıcı A’ya geçer. Şimdi ne olmuş 2 gün sonra yani zilyetlik devredilmeden
yangın çıkmıştır. Bu durumda hasar satıcıya yani B’ye aittir. Bu durumda B
satış bedelini isteyemez. Ama mevcut kanunda hasar satım sözleşmesiyle
geçeceğinden EBK’ye göre B isteyebilirdi.
Halin icabı babını kullanamayız
çünkü teslim satıcının yararına geciktirilseydi. Eğer B deseydi benim başka
samanlarımda var. Ben bu samanı gösterip başka alıcıları diğer tarladaki
samanları satacağım numune olarak dursun deseydi; bu durumda satıcı için
geciktirildiği için halin icabına göre hasarın sözleşmenin yapılmasıyla geçmesi
halinde bir istisna vardır. Bu durumda halin icabı kullanılırdı ama bizim
olayımızda kullanılamazdı. Yeni kanuna göre de alıcıya zilyetlik devredilmiştir
fakat somut olayın özelikleri değerlendirilir. Buna örneği ikinci derste
bulmaya çalışayım.
2. Saat
Örnek, halin gereğine yeni
kanunda örnek vereceğiz. Yeni kanuna göre hasar zilyetliğin devriyle geçtiği
için biz zilyetliğin mülkiyetin devri anlamına gelmediğini farz ettik. Peki,
neden bunu böyle dedik? à Taşınır için niye mülkiyetin devri demiştir? à
Mülkiyeti devretmek için zilyetliği devredince artık malik olmuştur zaten bu
yüzden mülkiyetin devri amacıyla olmak zorunda değildir. Hem yeni kanun hem
eski kanun şunu öngörüyor. Hâkim işin başındadır. Hâkim gerçek adaleti
sağlayacak imkâna sahiptir. Onun için hâkime esnek hükümler getirmiştir. Hâkime
bütün aklınıza hayalinize gelmeyecek özelliklerle karşılaşabilecek hâkime geniş
bir alan sağlamak istiyor. Örnek olarak ise, mesela icra takibi gelecek
satıcıya. O da zilyetliği devrediyor satım sözleşmesi yapıp. Ama 1 sene sonra
deveyi düze çıkaracağı kurtulacağım şu beladan diyor ve zilyetliği devrediyor.
Bu durumda zilyetliğin devri satıcı yararına bu yüzden zilyetliğin devrine
rağmen hasar geçmez alıcıya…
Şimdi gelelim derse… Pratik
çalışma için bir de yarın dersimiz var. Yarın da bir pratik çalışma yaparız.
Ama satım sözleşmesini de bitirmek istiyorum. Hiç olmazsa sorumlu olacağınız
alan geniş olsun. Biz gayrimenkul satımına geldik. Şeklini vs. gördük.
Gayrimenkul satış vaadini gördük. Yine gayrimenkul satımı bakımından 3 tane
müessese var. Onları görmek lazım: Şufa, iştira, vefa haklarını göreceğiz.
Bunlar gayrimenkul satımını hedefleyen sözleşmelerdir. Şimdi bu sözleşmeleri
görmek lazımdır.
Şuf’a
Ön alım sözleşmesi dedim ama çok
doğru demedim. Kanundan da doğabilir. O halde iki türlü şuf’a hakkı var. Ya
kanundan ya sözleşmeden doğar. Kanundan doğan önalım hakkı müşterek mülkiyette
bir paydaş payını bir diğer kişiye satınca diğer paydaşların ön alım hakkı var.
Ama bizi asıl sözleşmeden doğan ön alım hakkı ilgilendiriyor. Ama ikisinin de
hükümleri aynıdır. Eşya hukukunda daha ayrıntılı göreceğiz. Bir kere ön alım
hakkını doğuran sözleşme adi yazılı şekle tabidir. Yani resmi şekilde
yaparsanız bir şey olmaz ama adi yazılı şekilde yaparsanız yetişir.
Buna kardeş olan iştira ve vefa
sözleşmelerinden bahsettik. İştiraya alım, vefaya geri alım sözleşmesi denir.
Bunlar eski hukukumuzda da vardı. Mesela mecellede beyti bil vefa denirdi. Onun
komşusu olan iştira ve vefa resmi biçimde yapılmalıdır. Oysa şuf’a adi yazılı
biçimde yazılsa yeterlidir. Neden? à Genellikle bu önalım
sözleşmeleri kira sözleşmelerinin içinde yer alır. Çoğu kez kira sözleşmesinin
bir maddesi bir şartı olarak yer alır. Onun için kanun koyucu bunu resmi biçime
bağlamamıştır. Kira sözleşmesi o kadar çok yapılıyor ki (adi yazılı biçimde
yapılıyor) kolaylık olsun diye bunu yapmıştır. Neden daha çok kira
sözleşmelerinde yer alır? à Ben evimi kiraya vereceğim. Ben sınıfta kalırsam 5
sene oturmak zorundayım. Şimdi bunu sen satarsan hocam yeni malik beni çıkarır
ben perişan olurum. Ben de diyorum ki eğer satarsam senin öncelikle alım hakkın
olsun diyorum. Bunu kira sözleşmesine yazıyorum. İşte bu şekilde olabilir.
Kanun resmi biçimde yazıyor ama resmiyeti verecek makamdan bahsetmiyorsa biz
noterden deriz. Ama tapu memuru da yapabilir. Çünkü çoğu yapan azı da
yapabilir. Tıpkı satış vaadinde söylediğimiz gibi.
Bu sözleşme yapılırsa sözleşmenin
karşı tarafına ön alım hakkı tanınır. Satıştan başka hiçbir işlem önalım
hakkının aktif olmasını sağlamaz. Eğer ben size bu hakkı tanıdım ve bir
başkasına satıysam bu hakkı kullanırsınız. Bir başkasına bağışladıysam ya da
trampa ettiysem ya da icra ile elimden alındıysa kullanamazsınız. Bir kere şunu
da tespit edelim. (hiçbir kitapta yazmaz genel olarak) Önalım, geri alım ve
alım hakları hep kitaplarda gayrimenkullerle ilgili örnek verilere anlatılır.
Taşınırlara uygulanmaz mı? à Uygulanır. Ama hiç menkullerde kullanılacak bir şey
değildir o yüzden kimse bahsetmiyor.
Şerh verilsin verilmesin
kullanılamaz. Şerhin biricik etkisi şudur: tapuya şerh verilebilir. Ama şerh ön
alım konusu nesne başka bir malike geçerse o kişi şerh süresi içinde o hakkı
yeni malike karşı da kullanabilsin diyedir. Eğer şerh yoksa ben ön alım hakkımı
sadece bu hakkı bana tanıyan kişiye karşı kullanırım. Eğer sen mülkiyeti
başkasına geçirirsen ben artık ön alım hakkımı kullanamam Ama eğer sen sattın
ve mülkiyeti geçirmedin bu durumda kullanırım. Ama bizim tatbikatımızda bu
mümkün değildir çünkü sözleşme ve devir aynı anda yapılır bizde. Yani şerh
varsa yeni malike karşı kullanılır.
Hocam peki yeni malikte başkasına
bağışladı bu durumda ne olur?
Şimdi, ön alım hakkı kullanılınca
alıcı ile sizin aranızda bir satım ilişkisi kurulur. Satım sözleşmesi denmez
buna ilişkisi denir. Çünkü sözleşme iki taraflı olur. E burada ise tek taraflı
beyanla kullanılıyor. O yüzden tek taraflı kurulan şeye ilişki denir. Tam bu
nokta da EBK ve YBK arasında önemli bir farkı anlatmam lazım size. EBK’de bu
satış ilişkisi tek taraflı yenilik doğurucu bir beyanla kullanılabilirdi. YBK
bunun dava yoluyla kullanılacağını söylüyor. O halde bugün benim bir dava açmam
lazım şuf’a hakkımı kullanabilmem için. O halde bir dava ile bir satış ilişkisi
kurulur. Ve hâkim davaya devam eder ve madde 716’ya göre de mülkiyet size
geçer. Burada sizi ilgilendiren bu kadardır. Dikkat ederseniz gayrimenkul
satımı şuf’a yoluyla da sağlanabiliyor. Birçok kez de araya hâkim girerek
oluyor.
Şimdi eğer şerh yoksa alıcıya
karşı şuf’a davası açamam. Sadece bana şuf’a hakkı tanıyan kişiye karşı dava
açabilirim. Ama bizim tatbikatımızda satış sözleşmesi yapılınca otomatik olarak
tescilde yapılır alıcı adına. Yani bizde satış sözleşmesini yaptık ama daha
sonra geçireceğiz mülkiyetini devir için. Bizde böyle bir şey yok. Kanunen var
ama uygulamada yoktur.
3 tane aşama vardır. Birincisi
sözleşme ikincisi talep üçüncüsü ise şerh aşamasıdır. Bizim uygulamamızda ilk
iki aşamada birleştirilmiştir. Dolayısıyla satım sözleşmesi ile tescil talebi
de yapılır. Ben böyle yapınca artık tren son durağa kadar gider( tescile kadar
gider) Demek ki olmadığı için de bize şuf’a davası daima alıcıya karşı açılır.
Ve alıcıya karşı açılması için de daima şerh lazımdır. Bizim uygulamamızı
nazara alarak şunu söyleyebiliriz; bizde şuf’a davası sadece alıcıya açılabilir
şerh varsa. Ama şerh yoksa şuf’a davası kullanılamaz. Bu hukuken mümkündür.
11 Ekim 2011
Pratik
Bayan (B)’nin 1.6.1999 tarihinde
plajda düşürdüğü kolyeyi bulan Bay (A) bunu, durumu bilmeyen sevgilisi (C)’ye
doğum günü hediyesi olarak verir. Daha sonra (A) ile (C)’nin arası açılır ve
(C) kolyeyi 1.6.2005 günü iyi niyetli (D)’ye satıp teslim eder. Kolyesini
(D)’de gören (B) ise, (D)’ye karşı 1.7.2005 günü istihkak davası açar. (D)’nin
avukatı zapt hükümlerine başvurmayı düşünmektedir.
Sorular
1-) (D)’nin avukatının
düşüncesine katılır mısınız? Niçin?
2-) B, kolyeyi A’ya tamir için
bırakmış olsaydı, olaya göre 1 numaralı sorunun cevabı değişir miydi? Niçin?
(Bu soru bakımından olaydaki tarihleri nazara almayanız.)
Cevaplar
Şimdi olayın bir özetini geçti
hoca.
Hocam sevgilisine ne zaman
vermiş? Bunu ne zaman verdiğini bilmiyoruz.
1) Burada sevgilisine
verdiği tarihi vermememizin sebebi tartışmanız ve ihtimalleri değerlendirmeniz
için.
A burada kötü niyetlidir çünkü
kendisinin olmadığını biliyor. Hocam 771’i uygulayabilir miyiz diyor? Hoca da
daha biz o konuya gelmedik o yüzden anlattığımız yerden sorun diyor. Ama işte
biraz konuştular. Diyor ki, bir şeyi kaybedince zilyetliği kaybedersiniz ama
mülkiyeti kaybetmez. Mülkiyeti kaybetmek için terk iradesi olması gerekiyor.
Mesela aman cana geleceğine mala gelsin diyorsa terk iradesi gerekmektedir. Ama
bunlardan sorumlu değiliz vizede…
Burada iki ihtimali
değerlendirmemiz gerekiyor. Birinci ihtimalde C’ye bir yıl içinde verirse C
iyiniyetli olduğu için ve de 5 yıl süreyle kazandırıcı zaman aşımıyla malik
olacağı için sözleşmeyi yaparken malikten alan D’de malik olur. Bu durumda
Bayan B mülkiyeti kaybettiği için istihkak davası açsa da kazanamaz. Bu durumda
da zapt hükümlerine gidemez D. Çünkü sözleşme yapılana kadar 6 yıl var eğer son
beş yıl olabilmesi açısından bir yıl içinde vermişse A sevgilisine bu durumda
bu ihtimal olur. Fakat ya vermemişse? à Bu durumda ise
kazandırıcı zaman aşımı hükümlerine göre malik C olamayacağından ve D’de
olamayacağından bu durumda B istihkak davasını kazanırsa (ki kazanır olayda)
malı (D)’nin elinden alır. Fakat D’de C’ye karşı zapt hükümlerine göre tazminat
isteyebilir.
2. Saat
2) Bu durumda; A emin
sıfatıyla zilyet olurdu. Emin sıfatıyla zilyetten iyi niyetle kazanırdı C ve bu
kazanımı korunurdu. D’ye satınca yine mülkiyeti kazanırdı D. İşte bu durumda B
istihkak davasını kazanamazdı. Ve bu durumda zapt olmayacağından zapt
hükümlerine gitmeye gerek de olmayacaktır. à Birçok kitapta
bulamazsınız. Şimdi, B kolyeyi A’ya tamir için bıraktı ya, A emin sıfatıyla
zilyet ya, emin sıfatıyla zilyetten iyiniyetli iktisap muteber ya; doktrinde
şimdi bir görüş var. Sen böyle yaparak yani zilyetlik veriyorsun. (zilyet
zilyetlik üzerinde hangi hakkı varsa o hakka sahip olduğu karine olur.) Ve B,
A’ya bunu vererek bunu sağlıyor yani sebep oluyor ve bunun sonuçlarına
katlanması gerekir. Ve hukuk güvenliği açısından bu böyle oluyor. Ve alan C bu
durumda malik olur diyor. Ama bazı yazarlar bu hükümler bağışlamada
uygulanmaması gerekiyor çünkü satın alan kişinin hakkı korunması lazım hukuk
güvenliği açısından ama bağışlanan açısından böyle bir şey olmaması gerekir
diyorlar. Ve C’de bağış olarak aldığı için bunu burada malik olamaz. Ama
sorunun cevabı yine değişmiyor çünkü D’ye satıyor ve bu durumda D malik olur
iyi niyetliyse. Ama bu ihtimalde iyi niyete bakmamız gerekecek D açısından. Ama
ilk görüşe göre C iyi niyetli olduğu için (D)’nin niyetine bakmamıza gerek
olmazdı… [Şimdi burada A, B’den dolayı emin sıfatıyla zilyet fakat A, C’ye
verince B’nin zilyetliği verme gibi bir yani B’nin (C)’yi emin sıfatıyla zilyet
yapma gibi bir niyeti olmadığını düşünebilir ve bu durumda emin sıfatıyla
zilyet olmaz diyebiliriz. Bu durumda da sorunun cevabı tamamen değişir.]
Şimdi derse başlıyoruz.
Hatırlarsanız şuf’a’yı görüyorduk. Şimdi oradan devam edelim. Ön alım hakkını
bitirelim. Bu menkullerde de olabilir ama gayrimenkullerde yaygındır. O yüzden
gayrimenkuller esas alınarak düzenlemeler yapılmıştır. Şimdi hem kanundan doğan
hem de sözleşmeden doğan ön alım hakkı vardır. Her ikisi de aynı hükümlere
tabidir. EMK ön alım hakkı bakımından şunu benimsemişti, hak sahibi yenilik
doğuran hakkını bir beyanda bulunarak kullanınca aralarında satım ilişkisi
kurulur diyor. YMK ise dava dışı bir beyanla bu satım ilişkisi kurulamayacağını
söylüyor. Peki, ne zamana kadar açılır bu dava? à Alıcı veya satıcı
tarafından noter aracılığıyla tebliğden itibaren 3 ay ve her ihtimalde 2 senede
düşer diyor dava açma hakkı. Bu yanlış olmuştur hocaya göre, çünkü satıcı veya
alıcı satış sözleşmesinin yapıldığını noter aracılığıyla bildirmez. Satıcının
bildirmesi düşünülemez çünkü hem zaman harcayıp hem de para harcayacak noter
ile bildirmek için. Ama alıcının bildirmesi ise katmerli enayilik olur çünkü
hem zaman hem para harcayacak hem de gel elimden bu malı al der mi? à
Demezler. Çünkü elinden al demek bunu bildirmek. Demek ki noter aracılığıyla
bildirme tatbikat bakımından mümkün değildir. Bir düzenleme getirirseniz
uygulanabilir olması gerekmektedir. Peki, hariçten bir biçimde öğrenirse
satışı, acaba öğrenmeden itibaren 3 ay içinde dava açılmalı mı tartışmalıdır.
Bazı yazarlar noterle bildirimi beklemek lazımdır diyor. Bekle diyor. 2 sene
geçince de şuf’a hakkı davası açmayı kaybeder hak sahibi (çünkü hak düşürücü
süre var.) bazı yazarlar da derki başlaması lazımdır haricen öğrenmesi
durumunda.
Yeni kanunun gerekçesinde diyor
ki; burada kimse kendi rızasıyla vermeyecek dolayısıyla dava açması lazımdır
diyor. Yani ben tatbikatı kanun haline getirdim diyorlar. Ama aslında öyle
değildir. Dava açmak için paranızın olması lazımdır. Ben şuf’a hakkı sahibi olabilirim
ama dava açacak param olmayabilir. Ama sen niye beni 3 ay içinde dava açmaya zorluyorsunuz
ki diyor. Ama EMK çok daha adildi. Diyordu ki, sen 1 ay içinde şuf’a hakkını
bildir diyor. Ve ondan sonra 10 sene içinde dava açabilirsin diyordu. Yani bu
hakkı bildirerek satış ilişkini satıcı ile kurardım diyor. Ve sonra da dava
açarak (10 yıl içinde) kazanırdım. Görüyorsunuz ön alım hakkının dava yoluyla
kullanılması kadar saçma bir şey yoktur. Ama bunu çürütecek hiçbir gerekçede
bulamazsınız herhalde…
Tabi ki şuf’a bedelinin depo
edilmesi lazımdır. Yani bedelin şuraya yatırılmasına karar verir diyor. Peki,
bu bedel nedir? à
Bedel bazen şuf’a sözleşmesinde ve şerhte gösterilir buna nitelikli şuf’a
denir. O zaman o bedelin ödenmesi lazımdır. Bazen de gösterilmez o zaman… şuf’a
denir.
Şimdi gelelim bu şuf’anın
komşusuna. İştira ve vefa…
Vefa
Geri alım da denir. Ben size bir gayrimenkul
sattım ve bu gayrimenkulü sizden geri almak istiyorum. Yani size satıyorum ama
bir sene sonra size bedelini vererek geri alacağım deniyor. Bu şu amaca hizmet
eder aslında. Benim paraya şiddetle ihtiyacım var ve kredi istiyorum sizden ve
siz diyorsunuz ki bana güvence ver. Birkaç güvence olabilir: kefil, ipotek,
açık bono filan… Eğer size ipotek yapacaksam (gayrimenkul rehini türlerinden en
önemlisidir) burada lex comissoria yasağı vardır. Yani ben sizden kredi aldım
bir de ipotek yaptım eğer bunu ödeyemezsem bu ev onun olsun bu durumda bu
sözleşme batıldır geçersizdir. İşte vefa sözleşmesi bu yasağı dolanmak için
yapılır. Yani şimdi bu yasağa göre rehin alan kişi malın maliki olmazdı ama bunu
vefa sözleşmesi ile dolanıyorlar. Şimdi kanunda bu vefa sözleşmesini
düzenlemeseydi bu sözleşme bal gibi geçersizdi. Ama emir demiri keser. Bu
böyledir. İslam hukukuna göre de faiz yasağını aşmak için yaparlar. Peki, vefa
sözleşmesi nasıl yapılır? à Resmi bir şekilde yapılır. Resmiyeti tapu memuru
verir ve noterinde vereceğini Yargıtay kabul ediyor. Tapuya şerh edilebilir.
Tapuya şerh edilince sonraki maliklere karşı da ileri sürülebilir. Vefa hakkı
dava yoluyla kullanılmak zorunda değildir ve siz dava dışı bir YD beyanla bunu
kurabilirsiniz. Eski kanundaki şuf’a hakkı gibi…
17 Ekim 2011
Derste ne işlediysek onların
hepsi dâhil sınava…
Satış sözleşmesini görüyorduk. Ve
hatırlarsanız ön alım, alım, geri alımı konuşmuştuk. Onlardan geri alımı
anlattık. Geri alım yani vefa hakkı şudur: Lex Commisoria yasağının
dolanılmasıdır ama kanun izin vermiştir vs. dedik. Ne olduğunu da söyledik. Bir
gayrimenkulü satıyorsunuz ve daha sonra geri almak üzere anlaşıyorsunuz. Alım
ile geri alım arasında şu fark var. Alım hakkında herhangi bir gayrimenkulün
alımı (menkuller içinde olabiliyor) alımı konusunda bir anlaşma var. Geri
alımda ise kendi sattığınız gayrimenkulü alma üzerine bir anlaşmadır. Her
ikisinde resmi biçimde yapılır, ikisini de tapu memuru ve noter yapabilir. Her
ikisi de hak sahibi tarafından mahkeme dışı tek taraflı bir yenilik doğuran
beyanla kullanılabilir. Ama dava yoluyla da bu yenilik doğuran beyanın
kullanılmasına engel yoktur. Ön alımda yeni MK dava açma zorunluluğunu
getirmiştir. Ama şimdi mesela sizin bu hakkınız var ve şartlar gerçekleşmiş ve
size doğrudan doğruya dava açarsam size dava dilekçesinin tebliği ile bu YDH
kullanılmış olur. Yani dava dışı beyanla kullanılır diye okursunuz ama dava ile
de kullanılabilir fakat mecbur değiliz. Ama ön alım hakkında mecburiyet vardır.
Geri alım, ön alımda olduğu gibi
alım da tapuya şerh olabilir. Bazı kitaplarda şerhin munzam etkisinden
bahsedilir. Mesela Oğuzman çok üstünde durmuştur. Bende size şunu tavsiye
ederim, şerhin etkisi şudur sonraki hak sahiplerine karşı ileri sürebilirsiniz.
Kafanız karışmasın şimdi ileride ayrıntısını öğrenirsiniz. Şerhin etki süresi
içerisinde ileri sürülebilir. Şerh en fazla 10 yıl için kurulabilir. Alım, geri
alım ve önalımda bunları en fazla 10 yıl için yapabilirsiniz. Yani 11 yıl için
yaparsanız 10 yıllık şerhin etkisi vardır denir. Eğer alım hakkı kullanılıp ta
satım ilişkisi kurulduktan sonra eğer borçlu tasarruf işlemini yapmaya
yanaşmazsa biz MK 716. madde ile satım konusu nesnenin hâkim kararıyla bize
geçmesi için dava açabiliyoruz. Tıpkı geri alım ve şuf’ada olduğu gibi. Yalnız
önalımda şu var unutmayın: Mutlaka dava yoluyla kullanılır.
***Bugün önalım hakkı asla dava
dışında kullanılamaz. Diğer ikisi kullanılabilir. Böylece bu üç hakkı bitirmiş
olduk.
Gayrimenkul satımıyla devam
edelim. Bir diğer önemli nokta da şudur. Biliyorsunuz tatbikatta satım
işlemleri çoğu kez vekâlet ile yapılır. Mesela tapuya gidecek vakit bulamam ve
tarlamın satılması için birisine vekâlet vermiş olabilirim. Veya yer alırken
vekâlet verilebilir. Mesela Trabzon’dan yer alırken başkasına vekâlet
verebilirim. Mesele şudur; gayrimenkullerin alım satımı için yapılacak vekâlet
sözleşmesi bir şekle bağlı mıdır? à Tatbikat meseleyi
halletmiş ama doktrinde tartışılıyor. Neden bu tartışma var? à
Bizim borçlar kanunumuzda vekâlet sözleşmesi hiçbir şekle tabi değildir. Ama
mesela ben sizi vekil tayin etsem tarlamın satımı için BK açısından
satabilirsiniz. Ama ispat büyük bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Ama
edebilirseniz problem yoktur. Ama biz burada medeni usulle ilgili bir ders
yapmadığımızdan onu bir tarafa bırakalım. Yani medeni hukuk açısından
geçerlidir bu sözlü vekâlet. Fakat tatbikatta, tapu kadastro genel müdürlüğü
ben noterden bir vekâletname isterim demiştir. Ben BK filan anlamam demiştir.
Ve tatbikat bunu istiyor. En azından imzası tasdikli bir vekâletname
istiyorlar. Yargıtay da bu görüştedir. Doktrinde bazı yazarlar diyor ki,
efendim noterlik kanunun açık hükmü var, (89. madde) mesela diyor ki tapuda
işlem yapılması gereken sözleşme ve vekâletnameler düzenleme biçiminde yapılır
diyor. Doktrinde bazı yazarlar madem kanun böyle diyor o halde BK’nın bu
noktada değiştirilmiştir noterlik kanunu tarafından deniyor. Yani zaten özel ve
sonraki bir kanun noterlik kanunu o halde değiştirmiştir diyorlar. O halde
şekil noterde düzenleme biçimindedir. Bazı yazarlar ise hayır değiştirmemiştir
ama şudur bu hükmün anlamı, eğer bir vatandaş notere gitmişse vekâletname
düzenle diye işte bu durumda noter düzenleme biçiminde yapmak zorundadır. Yani
noter imza tasdiki ile yetinemez diyor. Bu görüşe göre bu hüküm, noterin iç
düzeni ile ilgili bir düzen hükmüdür. Başka bir deyişle noter bu hükme uymazsa,
yani imza tasdiki ile yetinse yine geçerlidir bu görüşe göre çünkü BK hiçbir
şekle tabi olmadığın söylüyor vekâletin. O yüzden düzenleme biçiminde olmasa da
kıyamet kopmaz deniyor. Ama noter disiplin cezası alır. Demek ki iki ayrı görüş
savaşıyor bu noktada. Fakat dediğimiz gibi tatbikat meseleyi kendi açısından
halletmiştir. Bunu sizinle paylaşmak gerekiyordu.
Bir başka vekâletle ilgili husus;
şimdi acaba vekâlet sözleşmesi neleri içermelidir? à Gayrimenkul satışıyla
ilgili, acaba genel vekâlet yeterli midir? Yoksa özel bir vekâletname mi gereklidir?
Satış için verilen vekâlet tasarrufu da kapsar mı? à Bunlar tartışmalı ama hâkim
görüş: Bir kere satış için verilen vekâlet o satışın kaçınılmaz sonucu olan
tasarruf işlemi içinde verilmiş olduğu sayılır. Yani size desem sat benim
malımı desem. Burada size tasarruf işlemini yapmaya da yetkili olmalıdır. Peki,
sınır ne olmalıdır. Size şöyle bir vekâletname versem “Türkiye sınırları
içindeki bütün gayrimenkullerimi satmaya” diye versem bu vekâletname geçerli
olmaz genel görüşe göre. Veya size beni temsile diye umumi bir vekâletname
versem bunu satamazsınız. Bu son nokta zaten EBK’da açık hüküm var madde 388, “Vekâlet
akdinin şümulü mukavele ile sarahaten tespit edilmemiş ise, taalluk eylediği
işin mahiyetine göre tayin edilir.
Vekâlet, vekilin takabbül eylediği işin yapılması için icabeden hukuki tasarrufları
ifa salahiyetini şamildir.
Hususi bir salahiyeti haiz olmadıkça vekil, dava ikame edemez, sulh olamaz,
tahkim edemez, kambiyo taahhüdünde bulunamaz, hibe edemez, bir gayrimenkulü
temlik veya bir hak ile takyit edemez.” à 3. fıkrada diyor ki
özel bir yetkisi olmadıkça diyor. Şimdi bu 388’i karşılayan Yeni BK’ya da
bakalım. (madde 504) à Demek ki, gayrimenkulü satmak için özel bir yetki
lazımdır. Yani genel yetkiyle olmaz bu. Sadece temlik etmek değil de bir hak
ile sınırlandırmaz da (ama ayni bir hak ile sınırlandıramaz da, mesela kira ile
de sınırlanır. Kiraya vermekle de sınırlanmıştır. Ama benim özel bir yetkim
yoksa kiraya veremez miyim? Veririm demek ki burada hak ile sınırlandıramaz
demek bir ayni hak ile sınırlandırılamaz şeklinde anlamak lazımdır.) Peki,
“Türkiye sınırları içinde tüm gayrimenkullerimi satabilirsiniz” niye olmuyor? à
388’in son fıkrası ruhu itibariyle bize bu da olmaz diyor. Çünkü bu artık çok
genel bir belirsizlik haline gelmiştir. Yani sadece yetki itibariyle belirsizliğin
yanında konu itibariyle belirsizlikte bu maddeye sokulmalıdır. Acaba şu olur mu
“şu mahallede veya şu sokaktaki gayrimenkullerimi” demek kabul ediliyor. Ama en
iyisi çok sıkı bir şekilde somutlaştırılmış olması lazımdır.
Bir şey daha söylemek lazımdır.
Şimdi dikkat ederseniz hem mevcut hem yeni kanunda bir taşınmazın temlikinden
bahsediyor. Ben sınavın birinde bir şaşırtmaca sormuştum. Adam bir gayrimenkul
satmayacakta gayrimenkul alacak. Ve adam telefonla vekâlet vermişti. Başka
şeylerde var ama bu geçerli mi değil mi diye sormuştum. Sınıfın çoğu geçersiz
olmasını söylemişti ama yanıştır. Ama hâlbuki temlik bakımından yani satma
bakımından bu şart aranıyor. Bir kere iki bakımdan yanılmıştır. Bir kere gayrimenkulü
devretmek için özel yetki gerekir. Devralmak için değil. Yani devralmayı umumi vekâletname
ile yapabilirsiniz. Çünkü asıl tehlike devretmede karşımıza çıkıyor. Ayrıca
tartışma en çok devretmede karşımıza çıkıyor.
Tekrar anlatıyor hoca; şimdi ben
sana telefonla yetki versem. Bu durumda sen gidip bana gayrimenkul alsan ne
olur? à
Geçerli olur çünkü asıl elden çıkarmada özel yetki aranıyor. Yani geçerli olur.
Bir de dedik ya tartışmalar var diye, bu tartışmalar en çok devir bakımından
yapılmıştır. Çünkü burada fazla bir tehlike yoktur.
Uygulamada alımda da satımda da
noterden istiyor vekâletnameyi.
Hoca vekâletname verirken şunu
yaparak unutma ve azletme derdinden kurtulmak için şunu yapıyormuş. “İşbu
vekâletname 1 ay süreyle geçerlidir.” diye hüküm koyuyor. Azil var ama her
zaman mümkün olmadığı için bu yöntemi deneyebilirsiniz.
Sınavda alma dersek ne diyeceğiz?
à
Bu dedim tartışmalı, doktrinde böyle tatbikatta şöyle filan yazacaksınız
gerekçelerini yazacaksınız ve tam puan alacaksınız.
Ben sizden şu hocanın ve hele
hele benim cümlelerim şeklinde bir şey istemem. Yani objektif bir hukukçu gibi
yazacaksınız. Ve ikisine göre de sonuç çıkarırsanız sınavda iyi olur sizin
için.
Şimdi yine satış sözleşmesine
devam edelim. Bu gayrimenkul satımında çok önemli bir şey daha var. Hasar
meselesi. Hatırlarsınız biz hasarı 187. madde de menkullerle ilgili gördük.
YBK’daki düzeni gördük. Ve YBK’da ise bu menkul-gayrimenkul ayrımı ortadan
kaldırmıştır. Mevcut BK’da satım sözleşmesinin yapılmasıyla kural olarak
alıcıya geçilmesini ve bazı istisnalara koyuyor. YBK’da da istisnalar EBK’daki
istisnalar hemen hemen vardır. Fakat EBK’da gayrimenkuller bakımından hasarı
düzenlemiştir. Bizim onu da görmemiz lazımdır. (madde 216.) à
Demek ki, MBK değişik bir düzenleme getirmiştir. YBK tescil yapılmadıkça hasar
geçmez diyor ama MBK ise, (bu madde çerçevesinde ne söylense azdır. Çünkü bizim
ülke açısından bu bilgiler anlamsız kalmıştır. Şimdi bakın ne diyor? à
Bir gayrimenkul satımı yapılmıştır diyor. Gayrimenkulün teslimi için bir süre
konulmuşsa ve o süre içinde hasar veya yarar meydana geldiyse bu hasar alıcıya
geçmez satıcıda kalır diyor. Düzen budur. Bu ilk bakışta ne var ki
diyebilirsiniz. Ama dananın kuyruğu ondan sonra kopuyor. Nasıl kopuyor
göreceğiz? Gelecek derse…
2. Saat
Şimdi, 216 ilk bakışta kolay gibi
ama dananın kuyruğu kopacak dedik. Dananın kuyruğu kopunca dana bağırır
biliyorsunuz. Dana niye bağıracak? à Satış sözleşmesi
yapılmış, henüz borçlandırıcı aşamada kalınmış (tasarruf işlemi yapılmamış) bu
arada teslim için (teslim tasarruf değil biliyorsunuz) süre varsa burada zarar
gelirse diyor. Bizde olmaz çünkü bizde sözleşme ile tasarruf işlemi arasına
süre girmez. Çünkü tatbikat borçlandırıcı işlem ile tasarruf işlemi
birleştirilmiştir. Dolayısıyla arada süre olamayacağından bu madde havada
kalıyor. Türkiye şartlarında madde bunun içinse maddenin uygulama kabiliyeti
yoktur. Nitekim bazı yazarlar ise normalde 183’e göre borçlandırıcı işlem
yapılınca hasar alıcıya geçerdi ama istisnaen halin icabı veya teslimin satıcı
yararına geciktirilmesi bunu iyi bir örneğidir diyorduk ve yazarlar bunu kanun
hükmü haline getirmişlerdir. Ama siz galiba Türkiye’yi görmüyorsunuz. O yüzden
bu madde gerçekleştirilemez diyorum ben. Bazıları da biz tatbikatı biliyoruz
diyor. Mülkiyet geçtiği halde teslim için süre varsa diyorlar ama bu durumda
bütün sistemi alt üst ediyorlar ve mülkiyet geçtiği halde hasarı geçirmiyorlar.
Yani iki görüşte yanlıştır. Nitekim bu yanlışlığı belki de görmüş olacaklar ve
orada gayrimenkullerde tescil ile geçeceğini söylüyorlar hasarın. Yani bu da
gereksiz çünkü sağır sultan bile biliyor tescil ile geçileceğini.
Sınavda bu eleştirilerden soru
çıkabilir. Dikkat edin…
Hocam şimdi gayrimenkuller
için hasarda uygulamayı bu kadar çok dikkate alırken daha doğrusu tapu
kadastronun genelgelerini bile dikkate alıyorsak, neden vekâletin şekli
açısından dikkate almıyoruz?
Hocam hasar ile yararın geçmesi
aynı anda olmak zorunda mıdır? à Madde 151, şimdi ben seline bir şey verdim ama
geciktirici şartla yapıldı sözleşme. Ama daha teslim olmadan koyun yavruladı
filan. Bu durumda şartın gerçekleşmesi halinde aradaki yararlarda seline ait
olur. Aslında kanun koyucu bunu söylemek zorunda çünkü o yumurtayı alırken daha
şart gerçekleşmediği için yararına hak sahibi değildi. Çünkü 183’te şart
geçekleşmeden yarar da hasar da geçmez. Şimdi şart gerçekleşmezse yararı iade
etmek zorundadır deniyor. Ama bu hüküm satım sözleşmesinde de uygulanır mı
deniyor? à
Bazı yazarlar yarar bakımından bu hüküm uygulanır, ama zarar bakımından 183
uygulanır deniyor. İkinci görüşe göre ise hocaya göre ve bazı yazarlara göre
183. madde sadece satım sözleşmesinde uygulanır ve de 151. madde satım dışında
uygulanır. 1. görüş için, malın teslim edilmiş olması gerekiyor. Doğrusu ben
bunu sorumluluğumuza sokmayacaktım. Ama sokuyorum şu anda.
(172. madde EBK 151’in
karşılığıdır.) yeni kanun açısından da bir değişiklik yoktur. Yani aynı
tartışmaları yine yaşayacağız.
Pratik
Tacir (A), buzdolabı imalatçısı
(B)’den 40 adet buzdolabı satın alır. Buzdolaplarını önceden fabrikada görüp
inceleyen ve dolapların arka kapaklarında hafif boya hatalarını fark eden (A),
bu duruma rağmen sözleşmeyi yapıp satış parasını da hemen öder. Aynı gün
buzdolapları kendisine teslim edilen (A), bir iki müşterinin söz konusu boya
hataları yüzünden buzdolaplarını satım almaması üzerine; ne yapması gerektiğini
hukuk fakültesi 3. sınıfında okumakta olan kızı Selin’e sorar ve Selin’in TTK
25/3 hükmüne göre ayıp hükümlerinin işletilebileceğini söylemesi üzerine de
teslimin ertesi günü (B)’ye telefonla ayıp ihbarında bulunur. Söz konusu TTK
25/3 hükmünün ilgili kısmı şöyledir: “Emtianın ayıplı olduğu teslim sırasında
açıkça belli ise, alıcı 2 gün içinde keyfiyeti satıcıya bildirmeye zorunludur.”
Sorular
1)
A ayıp nedeniyle sözleşmeden dönüp, satış bedelini geri
isteyebilir mi? Niçin?
2)
A ayıp ihbarını noter aracılığıyla yapsaydı 1 nolu
sorunun cevabı değişir miydi? Niçin?
Cevaplar
1)
Bir görüş sınıftan, bu adam fabrikada görmüş bu ayıbı
ve bilerek almış diyor. Ve madde 197’de de ayıbı gören kişi ayıp hükümlerine
dayanamaz diyor. Ama teslim sırasında görseydi ayıp ihbarında bulunabilirdi
diyor.
Yarın devam edeceğiz.
18 Ekim 2011
Geçen ders ki pratiğe devam
edeceğiz.
1) Teknik ve dar anlamda ticari
bir iş var burada. Şimdi burada şekle bağlı mı ihbar değil mi?
Şimdi sınava gelirken TTK, MK,
BK’yı getirin. TTK’da diyor ki tacirler arası ihbar ve ihtarların şekle tabi
olduğunu söylüyor. Şimdi çoğunluk ayıp ihbarının buraya girmediğini söylüyor.
Yani telefonla da olabilir.
Şimdi ilk görüş dedi ki daha
önceki aşamada gördüğü için, ama önce görmeseydi teslim sırasında görseydi ayıp
ihbarında bulunabilirdi dedi. Ben size böyle mi öğrettim? à
Teslim sırasında görse de önceden görmüş olsa da fark etmez. Sonuç olarak
önceden görmüş olması teslim sırasında biliyor olmasıdır. İlk defa teslim
sırasında görse ne değişir ki… Ayıplı ifayı kabul eden kişi ayıp hükümlerini
uygulatamaz. Eğer teslim sırasında görmüş ve bunu kabul edip almışsa artık ayıp
hükümlerine başvuramaz. Peki, 2 gün nereden çıkıyor? Kanunun yanlış lafzından
çıkıyor. Yani bu görüşe katılmayı yanılmaya sevk eden budur. Bu 2 gün süre,
ayıbı kabul eden kişiye tanınmamıştır.
Şimdi durum şurada, BK’ya göre
eğer ayıbı kabul ederek aldıysanız (yani temel kanunu esas alarak) bu durumda
ayıp hükümlerine dayanamazsınız. Ama şimdi iki günlük süre verilmiş ticari
satımlarda ama bu BK’ya göre ayıp hükümlerine dayanabilecek kişiler içindir.
İkinci üzerinde durulması gereken
şey şuydu: Hafif boya hataları diyor. Peki, ayıp ne olursa ayıp olur? à
Ayıbın önemli ayıp olması lazımdır. (madde 194’e göre) Yani ya malın değerini,
kullanılabilirliğini yok edecek ya da önemli ölçüde azaltacaktır. Burada hafif
boya hatası vardır. O yüzden yine ayıp hükümlerine dayanamaz. Çünkü ayıp önemli
ayıp değildir. Yani ayıp hükümleri uygulanamaz dönemez. (fakat şunu unutmayın
satıcı özel olarak vaat etmişse ayıp yok diye o zaman önemli olmayan ayıp
içinde gidilebilir)
Hâlbuki diğer şartlarda yok,
teslim sırasında kişi vakıftır olaya ve bilerek almıştır malı. Yani kabul
etmiştir ayıbı. Burada teslim zamanında bu ayıbı bilerek ifayı kabul ettiği
için ayıp hükümlerine gidemez.
Fakat unutmayın ki, ihbar için
telefonla caizdir. Çünkü dar anlamda ticari satışlarda da böyledir. Çünkü bu
ihbar, TTK’daki şekle bağlı olan hükümlere tabi değildir. Tartışmayı
hatırlayın.
Yani sonuç olarak dönemez ayıpla.
Burada ayıp neden önemli değil? à
Hiçbir müşteri almıyor değil, bir iki müşteri almıyor demiyor. Peki, bütün
müşteriler geri çevirseydi önemli ayıp mı olurdu? à Şimdi bakın, ayıbın
önemli olup olmadığını nasıl tayin ederiz? à Hâkim yapacak ama
nasıl? à
İki şey akla gelebilir. Sübjektif ve objektif kriterler gerekiyor. Yani Sübjektif
kriter bu olayda alıcının sübjektivitesi önem arz eder. Şimdi ben bir araba
alıyorum ve ben ufacık bir şeyi kabul etmem. Başka bir kişi ise hiç önemsemez. Ya
da müşterilerin hepsi önemli diye düşünebilir. Birde objektif telakki var. Yani
aklı başında bir kişi, yani makul bir kişi ve o ticari sektörde genel kabul
görmüş ilke neyse ona göre hareket edecek kişidir. Yani sadece sübjektif değil
objektif olarak değerlendirme lazımdır. Yani dürüstlük kuralı, ticari hayatı
filan değerlendireceksiniz. Yani sadece sübjektif telakkilerle olmaz. Şimdi biz
önemsiz boya hataları diyerek belirtmişiz, objektif kriterin nasıl olduğunu.
Şimdi malın fiyatı da objektif telakki içinde önemlidir. Çünkü çok bir pahalı
mal olduğu için üzerinde bir çizik olmamasını bekleyebiliriz.
İşte biz burada neyi
tartışıyoruz? Ayıp hükümleri uygulanır mı uygulanmaz mı? Eğer sözleşmeye
aykırılık varsa onları tartışmıyoruz. Bu olabilir.
2)
İhbarda şart yoktur.
Pratik
15 yaşındaki A, bilgisayarını
B’ye satar ve satış bedelini de alır. Taraflar arasındaki anlaşma uyarınca, B
henüz bir bilgisayar masasına sahip olmadığı için bilgisayar teslimi satıştan
itibaren 1 ay içinde yapılacaktır. Henüz teslimden önce A’nın evine gelen
hırsız H bilgisayarı çalar ve kayıplara karışır.
1) B’nin avukatı olduğunuzu
düşününüz ve B tarafından ödenmiş olan satış bedelinin alınıp alınamayacağı
konusunda bir yol olup olmadığını söyleyiniz.
Cevaplar
1) Burada A ile B arasındaki
sözleşme askıda hükümsüzdür. Çünkü kısıtlıyla yapılmış sözleşme. Bu sözleşmenin
akıbeti icazete bağlıdır. (bu durumda küçük bağlı değil ama diğer taraf
bağlıdır sözleşmeyle) Eğer icazet vermezse sözleşme kesin hükümsüz oluyor ve bu
durumda B parasını sebepsiz zenginleşme geri alabiliyor. (Bu icazet verilmesi
için Ama icazet verirse, ne olacak?
Şimdi teslim alıcı yararına
geciktirilmiş durumdadır.
Hoca: Şimdi burada hakikaten
askıda hükümsüzlük vardır ve icazet problemi yaşanıyor. İcazet vermezse Allah’a
şükür deriz ve sebepsiz zenginleşmeyi kullanırız. Avukat ne yapmalı? à
Hoca bu davayı almazmış. Ama alacaksam ki beni avukat olarak kabul ediyorsak en
akıllı yol nedir? à Ben icazet veriyor musun diye yazı mazı göndermem.
Ben beklerim. Uzunca süre bu adam sesini çıkarmamışsa, sebepsiz zenginleşmenin
1 senelik süresini geçirmeyecek kadar beklerim. Eğer uzunca süre geçerse adamın
icazet vermediği var sayılır. Çünkü adamın bunu bilmediği varsayılamaz. Çünkü
hırsızlık olmuş filan. Yani vasinin bunu en geç hırsızlıktan 1–2 gün sonra
öğrenmiştir. İşte ben bu durumda icazet istemem. Hiç uyandırmam uyuyan yılanı.
Çünkü icazet verirse felakettir. Ve davamı sebepsiz zenginleştirmeye dayanarak
açarım. ( Burada siz avukatsınız diyor diye doğru cevap budur.)
Burada da dürüstlük kuralının
çizdiği kesin bir süre vardır. Bu durumda icazet vermemiş anlamında olur çünkü
uzunca bir süre geçirmiştir.
Susmaya istisnaen kabul edilmiş
sayılır. Kesin konuşması gereken yerde konuşmadığı için kabul beyanı olabilir.
Ama kural olarak susan kişi reddetmiş sayılır kabul edecekse konuşması,
söylemesi gerekmektedir. Burada vasinin bir şey yapması gerekiyordu ama yapmadı
dolayısıyla bunun yapmadığı şeyden B’yi cezalandırmamalı.
Burada icazet verirse vermezse ne
olur ilişkisini kurmanız gerekmektedir. Yani 15 yaşındaki çocuğun yaptığı
hukuki işlemin akıbetini bilmek lazımdır.
Sınavla ilgili bir iki şey
söyleyeyim. Nereye kadar sorumlusunuz?--> Satımın türlerinden menkul,
gayrimenkul ve alacak satımını gördük. Birde başka türleri vardır. Numune
üzerine satım, tecrübe ve muayene kaydıyla satım, taksitle satım, arttırmayla
satım, tüketici kanundaki satışlar vs. Bunları görmedik. Bunun dışındaki
satımın bütün unsurlarını gördük. Yani temeli gördük.
Taksitle satımı yalnız mülkiyeti
muhafaza kaydı ile anlattım orayla sorumlusunuz sadece. Yani taksitle satımın
MSTS ile sorabilirim. Yani satımın özel türleri dışındaki yerlerden
sorumlusunuz. Ve atipik sözleşmeler bakımından sorumlusunuz.
Sorular problem şeklinde olacak
metin çıkmayacaktır.
Kitap ve kanun sınavda
serbesttir. Ders notları ve not şekline bürünmüş kitap kanun yasaklanmıştır.
Yani kitabın üstünü döşemeyin.
Sınavda uzatmayın ne isteniyorsa
ona cevap verin. Hangi kitaptan çalışalım demeyin. Hangi kitaptan çalışırsanız
çalışın. Notları Onları inceleyeceğim ve onlar dışındaki şeyleri soracağım.
Vize Sonrası
21 Kasım 2011
Vize sınavını cevaplayacağız.
Satıştan sonra bağışlamayı göreceğiz. Ondan sonra kirayı göreceğiz. Aslında
eser, kefalet vs var ama bunlara yetişemeyebiliriz. Kira bizim çok zamanımızı
alacaktır.
1) Mülkiyeti altındaki
buzdolabını B’ye satmıştır. Satım sözleşmesi yapılmış ve mülkiyetin geçmesi
konusunda anlaşmışlar. Ama sıcaklar 2 ay daha devam edecek diye 2 ay daha
kalmış. Burada hükmen teslim vardır. Ve A’nın deprem sonucu evi zarar görüyor
ve buzdolabı da kullanılamaz hale geliyor. İkinci durumda ise hasar akla
geliyor. Arkadaşım burada bir kere hasar problemi yoktur. Neden olsun ki? à
Mülkiyet size geçtiğine göre zarar da yarar da size aittir. Neden hasara
gittiniz ki? à Borçlar kanunun hasar problemi yok burada.
Burada mülkiyet geçti. Peki, mülkiyet girecek borçlar kanunu bakımından? à
YBK ve EBK bu olayın çözümünden farklı sonuçlar vermez. YBK’da farklı değildir
çünkü mülkiyet geçmiş zaten. Yani sorunun cevabı değişmez.
2) İyi bir hukukçu mudur diye
sordum avukat demedim. Bu bile size birçok tüyo veriyor. Şimdi K’ya ön alım
hakkı sağlanmış. A ve K arasında kira ilişkisi var ve ön alım hakkı tanınmış
K’ya. Bu hak tapuya şerh edilmiş ve bunun etkisi ise sonraki hak sahiplerine
karşı ileri sürülebilmedir. Daha sonra (yani bunlardan sonra) aklını yitiriyor.
B, A’yı akıllı zannediyor ve A bu evi B’ye satıyor ve tapuda tescil ediliyor. K
bir arkadaşından evin satıldığını öğreniyor. Vs… à Bu arkadaş iyi bir
hukukçu değildir. Arka kapıdan mezun olmuştur çünkü: Gayri mümeyyizken B’ye
satış yaptı ya, bu satış geçersiz ve önalım hakkı da geçerli bir satım üzerine
kullanılabilir demişler. Yani avukat iyi bir avukat değil çünkü bunu
kullanmıyor. Bunu yazan arkadaşlar iyi bir avukat olamayacaklardır. Çünkü bu
avukatın işine gelir mi bunu söylemek? B mülkiyeti kaybedecek bunu söylerse.
Yani iyi bir avukattır. Yani avukatlık manevrasını iyi biliyorlar. Ama iyi bir
hukukçu değildir. Çünkü burada bir tartışma var çünkü dışarıdan öğrenmiş K.
Burada sürenin başlayıp başlamadığı tartışmalıdır. Yani iyi bir hukukçu olsa
davayı kabul etmezdi.
Taksitle Satım
Bunu biraz MSTS ile biraz gördük
ama şimdi daha ayrıntılı göreceğiz. Bu veresiye satımın bir türüdür. İki türlü
karşımıza çıkabilir. Birisi satış parasının mal teslim alındıktan sonra bir
vadeye bağlanması ve vade sonunda defaten ödenmesidir. Yani hepsinin birlikte
ödenmesidir. Bu veresiye satımın bir türüdür. İkinci türü taksitle satımdır.
Gene vadeli bir satımdır. Gene teslim alacak sonra ödeyecek. Ama bu sefer
taksitler halinde ödeyecektir. Birinci tür için kanun koyucu özel bir düzenleme
getirmeyi düşünmemiştir. Sadece fesih hakkının saklı tutulması şartıyla satış
parasının ödenmesinde temerrüde düşerse alıcı, feshedebilir. Temerrüdün diğer
hükümlerin gidemez diye bir düzenleme getirmiştir. Taksitle satım dışında
fazlaca bir düzenleme yoktur. Kanun koyucu bu bakımdan alıcıyı korumayı fazla
düşünmemiştir. Niye korusun ki? Ama taksitle satımda ise alıcıyı korumak
istemiştir ve buna ilişkin hem BK’da hem TKHK’da düzenlemeler getirmiştir.
Sebebi ise taksitle alan kişi bedava alınan mal gibi bir hissiyat veriyor. Ama
taksitle mal satımında alıcının özel olarak korunması gerekir çünkü bir kere
böyle alan kişinin ekonomik gücü düşüktür. Yani para olmadığı için çoğu zaman
bunu yaparlar ve bunları da korumak lazımdır çünkü istismar edilebilir. O
itibarla Kanun koyucu taksitle satışlarda alıcıyı korumak gereksinimi
görmüştür. Hukukumuzda kural olarak şekle tabi değildir, bunun istisnaları
vardır. İşte tüketici kanunda özel bir kanundur ve taksitle satımı yazılı şekle
tabi tutmuştur.
Muacceliyet şartı vardır. Buna
şarta göre, muaccel olmuş taksitlerin veya geri kalan satış bedelinin tamamının
bir defada ödenmesini isteyebilir ya da sözleşmeden dönebilir deniyor. Hem BK hem TKHK’u böyle bir konuda şöyle bir
düzenleme getiriyor. BK 224. maddede (YBK 259/2) düzenlenmiştir. Satıcıyı
koruyucu hükmü gördük o MSTS’dir. Şimdi alıcıyı koruyucu hükümlere bakıyoruz.
Bu hükümlerin uygulanması için en az iki mütevadi taksit olması lazım ve bu iki
taksit bütün taksitlerin tamamının en az %10’da biri olmalıdır ki bu
muacceliyet şartı geçerli olsun. Aksi takdirde muacceliyet şartı geçerli
değildir.
Bir başka konu; 211. maddeye göre
veresiye satım olduğu için fesih hakkının saklı tutulmuş olması lazımdır. Fesih
hakkını saklı tuttuğunu farz edersek ve adam temerrüt etti. Ve biz de fesih
edeceğiz. Satıcılar çoğu kez şöyle bir yanma kaydı koyarlar. Yani fesih edecektir
ve o ana kadar ödenen paralar yanacaktır. Bu geçersizdir kanuna göre. Çünkü
maddede iki tarafında geri vermesini öngörüyor. Şimdi satıcı münasip uygun bir
kira isteyebilir ve de eğer bozulmuşsa uygun bir tazminat isteyebilir. Bunların
dışında ne istemişse hukuken geçersizdir. Mesela cezai şartta, yanma kaydı da
geçersizdir.
Tüketici kanunu biraz daha ileri
gitmiştir. Yazılı şekil öngörmüştür. Sonra tüketici niteliğinde alıcıya ayrıca
1 hafta önceden bildirimi şart koşmuştur.
Yeni BK’da ise, aslında aynıdır.
Ama Mevcut BK ise daha bir vurgulamıştır bunlar dışında istenen şeylerin batıl
olduğunu. Ama YBK bunu belirtmemiştir.
259. maddede ise değişiklikler
şunlar. Muacceliyet şartında yine aynı hükmü koymuştur. Yeni olarak veya ¼’ünü
oluşturan taksiti diyor. Yani büyük bir taksit olacaktır. Bu durumda da
muacceliyet şartı geçerlidir diyor. 259/2(son cümle) yeni bir hükümdür. Ayrıca
3. fıkra da ise en az 15 gün önce bildirmek gerekiyor diyor. Bu da yeni bir
hükümdür. Demek ki, YBK muacceliyet şartı bakımından veya dönme bakımından daha
bir alıcıyı koruyucu hüküm getirmiştir. Ama bir başka şekilde de alıcı aleyhine
davranmıştır. Şimdi bir kere muacceliyet şartı için 2 şartı korumuştur, alıcı
yararına biraz daha ileri gitmiş ve eğer döneceksen 15 gün önceden ihbar
edeceksin diyor ama şu nokta da satıcıyı korumuştur. Bir taksit ödenmese dahi
bu taksit büyük bir taksitse yani bu toplamın ¼’ünden daha fazlaysa muacceliyet
şartı geçerlidir diyerek satıcıyı koruyor.
Artırma ile Satış
Artırma iki büyük gruba ayrılır. Cebri
açık arttırma ve ihtiyari açık arttırma. Cebri açık arttırmada devlet zoruyla
sizin isteğinize bakılmadan satılır mallarınız. İhtiyari de ise bazen pazarlık
ile malı satmak istemezsiniz de açık arttırma ile satmak ister ki daha pahalıya
satabilsin. İhtiyari açık arttırmada ise aleni olarak herkesin katılabileceği
ve sınırlı sayıda kişinin katılabileceği olmak üzere iki türü var. Cebri açık
arttırmada ise böyle bir ayrım yok çünkü aleni olmak zorunda orada.
22 Kasım 2011
Müzayede ile arttırma ile satışı
görüyorduk. İki türlü açık arttırma olduğunu söyledik. İhtiyari ve cebri olmak
üzere ve ihtiyari de aleni ve sınırlı olmak üzere ikiye ayrılıyordu.
Bir kere şu tartışmalı:
Arttırmada acaba, ihale memurunun (satıyorum sattım diyen adam) ihale açması
icap mıdır yoksa icaba davet midir bu konu tartışmalıdır. Şimdi icaba davet
diyenler, pey sürmek icaptır ve sattım demekte icabın kabulüdür derler.
Diğerleri ise ihaleye icap der ve pey sürmeyi kabul olarak nitelendiriyorlar.
Bir de; ihalede bazen ihaleye
fesat karıştırılabilir. Ne demektir bu? Bazen bir arttırmaya başkalarının
katılmasını önleyerek kendileri almak isterler. Mesela mafya ortalığa
bodyguardlarını gönderir ya da tam aksini yaparlar. Bazen de birçok insan yapay
arttırma yaparlar. Yani keklik avlamak için, kekliği kandırmak için ihaleye
fesat karıştırılabilir. İşte bu gibi hallerde ihalenin iptali istenebilir.
İhalenin iptaliyle ilgili iki kanun var. Biri icra iflas kanunu, diğeri BK'dır.
BK (226)’da müzayedeye fesat karıştırılmışsa, on gün içinde iptal davası
açılabilir deniyor. Başlangıç tarihi de tartışmalıdır. Bazıları ihale
tarihinden itibaren diyorlar, bazıları da fesat karıştırılmasının öğrenildiği
andan itibaren diyorlar. Hoca ikinci görüştedir. Fakat bu BK’daki hüküm sadece
ihtiyari arttırmalarda uygulanır. Özel ya da açık arttırmalarda uygulanır.
Cebri açık arttırmalarda icra iflas kanununun hükümleri uygulanır. O kanuna
göre ise fesat karıştırmayı öğrenmeden itibaren icra memurundan 7 gün içinde
isteyebilir iptali. YBK’da ise 10 günlük süreyi tutmuştur ama başlangıç
tarihini öğrenme olarak esas almıştır. (YBK 281. madde)
YBK iki değişiklik yapmıştır.
Bundan birincisi 10 günlük sürenin ne zaman başlayacağına ilişkindir ve butlanı
öğrenmeden itibaren olarak almıştır. Ve ayrıca herhalde ihale tarihinden
itibaren 1 yıl içinde istenmesi lazımdır demiştir. İkinci görüş kabul edilince
ne zamana kadar öğrenmeden itibaren 10 günlük süre hakkı vardır sorunu vardı.
Ama işte YBK bunu da düzenlemiş ve isabetli bir düzenleme olmuştur. YBK ayrıca
icra iflas kanuna atıf yapıyor 2. fıkrada. EBK’da ise bu atıf da yoktu. Ve
hatta aynı süre uygulanacaktı ama sadece hangi makama olacağını söylüyordu.
Mülkiyet ihale ile ne zaman
geçer? à
Cebri açık arttırmalarda taşınır olsun taşınmaz olsun, ihale memuru sattım
dediği anda mülkiyet geçer. Yani hem menkul hem gayrimenkullerde geçer. MK
705’te tescilden önce malik olunur diyerek bunu belirtiyor. Cebri açık
arttırmalarda borçlandırıcı işlem ile tasarruf işlemi aynı anda yapılıyor. Bu
durumda malik olur ve tapuya açıklayıcı işlemi yapmış olur.
Arttırma ilanı yapılırken,
mükellefiyetler listesi ilan edilir. Bir diğer deyişle tabuda o gayrimenkul
üzerinde irtifak hakkı vs olur. Eğer bunlar mükellefiyetler listesine veya
şartnameye girmemişse yani üçüncü kişi bunu bilmeyerek bu şekilde almışsa artık
bu haklar düşer ve tertemiz olarak almış olur. Burada ilginç bir durum vardır.
Tapu sicili alenidir ve herkes inceleyebilir. Fakat ihale hukukunun özel
düzenlemeleri sayesinde, şerh edilmiş ayni haklar için böyle bir istisna
vardır.
İhtiyari açık arttırmalarda ise
menkullerde yine satım sözleşmesi kurulur ve ihaleyle mülkiyet geçer ama
gayrimenkullerde satım sözleşmesi kurulmuş olur ama mülkiyet geçmez. Daha sonra
tescil yapılması gerekir.
İhtiyari özel arttırmalarda ise
bunların hiçbiri olmaz genel hükümlere tabidir.
2. Saat
İcap mı icaba davet mi konusunda
hocanın görüşü icaba davettir görüşündedir. Çünkü zaten ilk fiyata satma
iradesi yoktur satıcının. Ayrıca birden fazla sözleşmenin kurulması bakımından,
ihale memurunun sattım demesinin ne olduğu, mülkiyetin ne zaman geçtiği
açısından sorunlar vardır. Bu yüzden hukuk tekniği açısından çok sıkıntılıdır.
227. madde şöyle diyor:
Müzayedeye iştirak eden kimse, beyi için muayyen olan şartlar dairesinde,
teklifiyle mülzem olur. Yani bu cümle de icaba davet görüşünü destekliyor.
Cebri açık arttırmalar bir tarafa
ama diğer ihalelerde ayıp ve tekeffül hükümleri uygulanacaktır. Çünkü cebri
arttırmada satıcı değilsiniz, siz borçlusunuz sizin malınız sizin rızanız
olmadan devlet tarafından satılıyor ve siz ayıplı çıktı diye size gelemez. Eğer
aldatma olduysa devlete gider vs. ama size gelemez. Ama ihtiyari arttırmalarda
siz işlemin tarafısınız. Bunu kanun söylüyor: 230. maddenin ilk fıkrasında.
230/2’de ise mükellefiyetler listesindeki konudan bahsediyor.
Eski BK’ya baktım şu ana kadar.
Şimdi bir de yeni BK’ya bakalım. Tabi kısa kısa bakalım. 281’deki farklardan
bahsettik. Yeni kanunda yeni bir şey çok yok kısaca.
Hocam ben EBK 228’i anlamadım? à
Şimdi kanun gayrimenkul müzayedesinde sen pey sürdün ya, ya sana ihale edecek
ya da etmeyecek. Yani seni icabınla sonuna kadar bağlı tutamaz. Sen şimdi
söylediğin para miktarıyla hep bağlısın. Pey sürenlerin hepsi bağlıdır. Ve bu
bağlılık ya müzayedenin iptaline kadardır. Fakat bunu müzayededen sonraya atan
her şart geçersizdir diyor kanun.
Numune Üzerine Satım
EBK’yi görelim. Şimdi mesele şu;
ben size bir mal satacağım mesela size şu kadar teneke zeytinyağı satacağım.
Satım sözleşmesini şöyle yapıyoruz, sana vereceğim mallar şu örneğe uygun
olarak teslim edilecektir diyor. Bu şekilde yapılan sözleşmede eğer uygun
değilse teslim edilen mal siz iptal edebilirsiniz. Madde 218’de düzenleniyor.
Ve bu madde tamamen usuli bir mesele olan ispatı içeriyor.
(A) NÜMUNE ÜZERİNE BEYİ:
Madde 218 – Nümune üzerine beyide nümune
kendisine tevdi edilen taraf, yedindeki nümunenin kendisine teslim edilen
nümune olduğunu ispata mecbur olmayıp nümunenin şekli değişse bile bu tagayyür
muayenenin zaruri icabatından ise söz ile tasdik olunur; diğer tarafın her
halde hilafını ispata hakkı vardır.
Nümune müşterinin velev kusuru olmaksızın yedinde bozulmuş veya zıyaa uğramış
ise bayi mebıin nümuneye muvafakatini ispat ile mükellef tutulmayıp, aksini
iddia eden müşterinin, ispat etmesi lazım gelir.
Şimdi siz alıcısınız ben
satıcıyım. Ve size yüz kitap yollayacağım ve numuneyi gösterdim size. Siz
aldınız kitapları ve dediniz ki gönderdiğiniz kitaplar numunenize uygun
değildir diyor. Peki, elinizdeki numunenin benim size gösterdiğim numune
olduğunu nereden bileceğim diyor. Ve diyor ki alıcının elinde numune varsa ve
senin numunen buysa bu yeterlidir diyor. Eğer aksini iddia ediyorsan bunu ispat
etmek durumundasın diyor. Hatta numunenin şekli değişmiş olsa bile, bu kullanım
ve deneme sürecinde bir şekil değişikliği olsa bile durum yine aynıdır diyor.
Verdiğin numune buydu derseniz sizin sözünüz yeterlidir. Ben aksini iddia
ediyorsam ispat etmek zorundayım diyor.
Eğer numune alıcının elinde
bozulmuşsa kaybolmuşsa vs bu durumda ispat yükü yer değiştirir diyor. Bu
durumda alıcı senin verdiğin numune buydu diyemez. Yani aksine karine olmuştur artık.
Özet olarak; ben sizinle numune
üzerine satım yapıyorum. Örneği teslim ediyorum. Sizde eğer bu numuneye uygun
olursa eyvallah diyorsunuz. Ve siz diyorsunuz ki senin verdiğin mallar numuneye
uymuyor diyor. Ben diyorum ki benim örneğim o değildi ki diyorum. Şimdi bu
durumda sizin numuneyi gösterim buydu demeniz yeterlidir diyor. Ve ayrıca
muayene sonucu belli bir bozulma varsa yine böyledir diyor. Ancak eğer siz biraz
daha ileri giderseniz, mal bozarsanız, yok ederseniz, tahrip ederseniz artık
sizin üstünüze kalır ispat yükü.
Bu satış dikkat ederseniz şartlı
satış değildir. Sadece sözleşme ifa edilmiş mi edilmemiş mi o aşamayla
ilgilenir. YBK’da meseleyi benzer tarzda çözmüştür. (247, 248 olarak ikiye
ayrılmıştır YBK’da) Aynı hükümdür ve hatta aslında hiçbir değişiklik yoktur.
Tecrübe ve Muayene Şartıyla Satım
(Beğenme Koşuluyla Satış YBK’sa budur ismi)
Şimdi şartın türleri nelerdi? à
Bozucu, geciktirici filan şartlar. Birde iradi şart vardı. Burada ise iradi ve
geciktirici şart vardır.
İradi şartla ilgili bir tartışma
vardı: Bazı yazarlara göre bu şekilde kurulmuş bir sözleşme kurulmamış sayılır.
Çünkü iradeler uyuşmamış diyorlar çünkü taraflardan birinin münhasır iradesine
bırakılmışsa sözleşme kurulmamış sayılır deniyor. Ama bu taraflardan birinin
iradesine bırakılmış şartlar içindir.
Ama kanun burada geciktirici şart
dediği için emir demiri keser, bu yüzden bir sorun yoktur.
Kanun koyucu muayene mekânını 2’ye
ayırmıştır. Ya satıcı nezdinde muayene edecek ya da alıcı nezdinde (hâkimiyet
alanında) muayene etmektir. Kanun koyucu bu ikisini değişik hükümlere tabi
tutmuştur.
Önce satıcı nezdinde muayeneyi
düzenlemiştir. Gel kardeşim benim dükkânımda muayene et diyorsa, bir süre
kararlaştırılmış olabilir diyor kanun. Yani mesela 3 saat içinde bana kararını
bildir diyor. Eğer böyle bir süre yoksa adet bir süre öngörmüş olabilir. Eğer
bu süre içinde kabul ettiğini bildirmezse satıcı bu sözleşmeden kurtulur. Bu süre
sonra kabul ederse artık satıcı istediğini yapar. Eğer ikisi de yoksa satıcı
bir uygun bir süre tayin edecek ve o süre içinde bildirmezse satıcı yine
serbest kalacaktır. (tek taraflı bir süre belirlenmesidir.)
28 Kasım 2011
Taksitle satışı YBK, aynı TKHK
gibi yazılı olmasını öngörmüş ama EBK böyle bir şey aramıyor biliyorsunuz.
Ön ödemeli taksitle satış. Bunda
yine taksit taksit ödeyecek ama son taksiti ödeyene kadar mal
devredilmeyecektir. Bu farklı bir taksitle satım olarak gözüküyor. Eskiden
mülkiyet geçiyordu eğer istemezseniz MSTS ile tutuyordunuz ama bunda ise en son
taksitin ödenmesiyle birlikte mülkiyet geçiyor. (Madde 264)
Demek ki YBK’daki değişiklikler;
bir yazılı yapılmasını öngörmüş. Ön ödemeli taksitle satımı getirmiştir. Ayrıca
içinde neler olması gerektiğini aynı TKHK gibi düzenlemiştir YBK.
Şimdi, satış sözleşmesine sene
başından beri zaman ayırdık. Şimdi bağışlama sözleşmesine geçtik.
BAĞIŞLAMA SÖZLEŞMESİ
Bundan önce trampa
düzenlenmiştir. Ama bunu sonra göreceğiz. Bu eskiden nominal değeri olan
banknotlardan evvel olan bir türdü. Yani ortada para yoktu. BU sebeple malın
malla değişimi iktisadın esasını oluşturuyordu. Bu artık çok az uygulanıyor.
Mesela sizin eski arabanızı götürüyorsunuz yenisini alırken indirimle
alıyorsunuz. Bunun adına takas diyorlar. Ama adı aslında trampadır. Bu tür
trampa özellikli bir trampadır. Çünkü üstüne para veriliyor. (sınavda sormam
ama anlatmış olayım.) Bu şekilde yapılan arabalı trampalarda aslında baskın
olan şey satımdır. Zaten trampada da kanun diyor ki, malı veren kimse satıcı
sayılır diyor. Yani satım hükümlerine atıf yapıyor. Ama böyle özellikli
trampalar da en baskın ne ise ona bakmamız lazımdır.
Bağışlamayı EBK’ya göre
göreceğiz. YBK kayda değer bir değişiklik getirmiş değildir.
Bağışlamada söylenmesi gereken
şey şudur. Bağışlamayı hep tek taraflı hukuki işlem olarak söylüyorlar. Ama
bağışlama böyle değildir. Bu yanılma aslında sizden değildir. Yazarlar
yüzündendir bu. Çünkü tek taraflı sözleşme diyorlar. Sözleşme tek taraflı
olmaz. Ama işte tek taraflı sözleşme derken tek tarafa borç yükleyen sözleşmeyi
kastediyorlar. Bağışlama bir sözleşmedir. Ve mutlaka iki taraflıdır. Ve ancak
tek tarafa borç yükleyen bir sözleşmedir. Eski kitaplarda tek taraflı sözleşme
olarak nitelendirseler de size tek taraflı hukuki işlem gibi gelmesin.
İkinci altın öğüt şu olmalıdır.
Şimdi bağışlamada ben size bir mal bağışlıyorum karşılığında hiç bir şey
almaksızın. Bu aslında tanrıya yakışan bir şeydir. Bu çok üstün bir şeydir. İnsanüstü
bir şeydir. O itibarla bağışlamayla ilgili bütün hükümlerde bağışlananı değil
bağışlayanı koruyucu hükümler getirmiştir. Eğer tereddüt varsa, hükmü şöyle mi
böylemi ya da sözleşmeyi şöyle mi böylemi yorumlayalım diyorsak bu durumda
bağışlayanı tutacak şekilde yorumlamamız lazımdır. Çünkü adam bir şey almadan
veriyor. Çünkü adam insanüstü bir şey yapıyor. O yüzden onu korumamız lazımdır.
Bağışlama bu şekilde olmasaydı
yani bağışlayanı koruyucu hükümler olmasaydı da bu şekilde koruma olabilir mi? à
BK 98’e bakınız. Orada diyor ki iş borçlu için bir yarar sağlamıyorsa borçlunun
sorumluluğu daha az şiddetle takdir olunur deniyor. Bu altın kurallardan
biridir. Bunu nasıl unutursunuz. Sonuç olarak buradan da halledebilirdik ama
zaten bağışlama ile ilgili hükümler vardır. Ama mesela otostop çeken birisini
arabaya alıp kaza olunca bağışlamayı uygulayamazdık.
Bu adeta tanrının yaptığı gibi
bir iş olana başka ne var? à Kefalet vardır. Yani burada da almadan vermiş
oluyorsunuz. Kefalette de borçlar kanunu kefili koruyor. YBK daha da baskın bir
şekilde koruyor kefili. Yargıtay’ın eğilimi de budur.
Şimdi bu altın kuralları
gördükten sonra bağışlamaya daha yakından bakabiliriz.
Bakın 234. madde şöyle diyor.
Hibe, hayatta olan kimseler arasında bir tasarruftur ki onunla bir kimse,
mukabilinde bir ivaz taahhüt edilmeksizin malının tamamını veya bir kısmını
diğer bir kimseye temlik eder.
Demek ki bağışlama sağlar arası
hukuki işlemdir. Hiçbir ivaz (karşılığı) yoktur. Bir kimse bir malını birine
temlik ediyor. Bazı görünümler var ki bunlar bağışlama mı değil mi insanı tereddüde
düşürebilir. Mesela bağışlamadan dönme diye bir kurum var. Ama öyle görünümler
var ki, bağışlama olup olmadığını tespit etmek lazım ki dönme uygulanacak mı
uygulanmayacak mı diye bilmek için. Örneğin Kemal Sunal’ın bir filmi vardı.
Şimdi Kemal gidiyor birinin kızını istiyor. Kayınpeder de kızı bir Kemal Sunal’a
bir de Şener şen’e veriyor. En sonunda Kemal Sunal gidiyor kapılarını yine
istiyor çikolata ve çiçekle gidiyor. Sonra kızı vermeyince verin çikolatamı ve
çiçeğimi diyor. Sonra alıyor yiyor. Şimdi biz buna bağışlama dersek bu durumda
bu olabilir. Ama hediye dersek olmaz. Burada peki hediye mi var bağışlama mı?
Kanunda bir şey yoktur. Doktrinde genelde kabul gören şey şudur; değere bakmak
lazımdır. Hatta bundan evvel oradaki adetlere bakmak lazımdır. Eğer değer
yüksekse bu alelade bir hediye değil bağışlamadır demek lazımdır.
Şimdi bazı hükümler var ki
bunların bağışlama sayılmadığını söylüyorlar. Henüz iktisap edilmemiş olan bir
alacaktan feragat (yani bu hak bana isabet ederse bunu almam sen al demek
bağışlama sayılmaz.), bir mirası reddetmek (bu da bağışlama sayılmıyor. Bunu
niye söylüyor kanun çünkü reddedince diğerlerinin miras payı artar. İşte bu
durumda reddeden onlara bağışlama yapmış sayılmaz. Eğer buna bağışlama dersek
bağışlamaya ilişkin bazı hükümleri uygulayabilmemiz lazımdır işte burada da en
önemlilerinden biri olan bağışlamadan dönmeyi uygulayabilmemiz lazımdı. İşte
kanun buradaki tartışma olabileceğini ön görmüş ve de sayılmaz demiştir.),
ahlâki bir vazifenin ifası da bağışlama sayılmaz (mesela dilenciye para
verdiniz sonra küfür etti geri alamazsınız. Ya da hediyelerin iadesi olamaz.
Ancak bunun istisnası nişanını bozulması halinde olur herhalde ki bu ayrı bir
konudur. Bu özel olarak düzenlendiği için böyle oluyor.)
Peki, başlık parası bağışlama
sayılır mı? à
Şimdi örf ve adet hukuku oluşabilmesi için birtakım şartlar vardır. Bunlardan
biri de şudur, kamu düzenine aykırı olmaması lazımdır. Fakat kamu düzenine
aykırı olmaması lazımdır. Mesela imam nikâhı örf ve adettir. Şimdi bu kamu
düzenine aykırıdır. İmam nikâhı ile ilgili hâkim örf ve âdete bakarak boşluk
dolduramaz. Başlık parası da kamu düzenine aykırıdır. Çünkü adam kızını satıyor
yahu. Şimdi bunu eksik borca sokmak lazımdır hocaya göre. EBK 65’e benzer bir
düzen tarzıdır.
Bağışlama sözleşmesinin şekline
gelelim. Acaba bağışlama sözleşmesi bir şekle tabi midir? Kanun koyucu bu
konuda bir ayrım yapmıştır. Menkullerin bağışlanması ve gayrimenkullerin
bağışlanması olarak. Menkullerin bağışlanması adi yazılı şekle tabidir.
Gayrimenkullerin bağışlanması ise resmi şekle tabidir ve o resmiyeti de tapu
memuru verecektir. Bir şey sizi yanıltabilir. Yazılı ya da resmi şekle tabi olan
bağışlama taahhüdüdür yani borçlandırıcı işlemdir. Fakat bu terim sizi
yanıltmasın, bu bir ön sözleşmedir demeyin. O zaman o yanlış olmuş olur. Yani
bağışlama vaadi veya taahhüdü asıl sözleşmedir ve borçlandırıcı işlemdir. Kanun
böyle demiş ama bir başka maddesinde 238/son’da bağışlama vadi ve elden
bağışlama şekline iki kavram karşımıza çıkıyor. Demek ki ben bu kitabı size
nasıl bağışlarım? à Bağışlama sözleşmesi yazılı şekle tabidir. Yazılı
şekle uymanda ben bunu size bağışlıyorum desem bu sözleşme geçersiz çünkü
sağlık şekline uyulmadığı için. Ama ben buna aldırış etmeyip size teslime
edersem bu ifa geçerli olur. Yani artık sözleşme geçersizdir diye bunu geri
alamam işte buna biz elden bağışlama diyorum.
2. Saat
Hatırlarsanız 1. sınıfta sınırlı
ehliyetsizlerin vekillerinin iznine ihtiyaç olmayan durumlar vardı. Bunlardan
biri de ivazsız bağışlamaları kabul etmeydi. Diğeri ise kişiye sıkı sıkıya
bağlı hakların kullanımıydı. İşte bu sınırlı ehliyetsizler karşılıksız
kazanmada bulunabilirler ve rızaya muhtaç değillerdir. Demek ki sınırlı
ehliyetsizler bağışlanan taraf olabilir ama bağışlanan olamaz çünkü tam fiil
ehliyetine sahip olması gerekiyor bağışlayan olabilmesi için. (235. madde bunu
söylüyor.) à
Sınırlı ehliyetsizler
2. Fıkrası ilginçtir. Bir
bağışlama yaptım size mesela. Ben bundan 1 sene içinde ben kısıtlandım. İşte bu
durumda sulh mahkemesince bağışlama iptal edilebilir diyor. Yani benim vasim
sulh mahkemesine gidip iptal edebiliyor 1 sene içinde. Bu size 1. sınıfta
gördüğünüz hangi prensibe aykırıdır? à İlk cevap olarak
işlemin yapıldığı sırada bir kısıtlanma durumu yoktu ama sonradan verilen bir
karar bunu iptal edilmesini istiyor. Ama bu değil hocanın aradığı cevap şu:
Kısıtlamanın 3. kişiler için hüküm ifade edebilmesi için ilanı gerekiyor.
İlandan önce hüküm ifade etmez. Aynı zamanda işlemin yapıldığı sıradaki fiil
ehliyetine bakılır. Şimdi burada ayrıca başlayan bir muhakeme diyor verilen
hüküm demiyor. Yani prensiplerle uyuşmayan bir düzenlemedir. Bağışlama için
böyle bir özel düzenleme getirilmiştir. Hem adaletle bağdaşmıyor filan ama her
şeyden önce kanunun kendi koyduğu prensiplere aykırıdır. Burada prensipleri
altüst etmiştir ama bağışlayanı korumayı amaçlamıştır.
Şimdi dedik ki temyiz kudretine
sahipse ve küçük veya kısıtlıysa karşılıksız kazanmaları kabul edebilir
dedik. Bunu 236. madde söylüyor. Ama
ikinci fıkrada yine ilginç bir şey vardır. Diyelim ki ben küçüğüm ama
mümeyyizim ve bir bağışlamayı kabul ettim. Eğer kanuni temsilcim bunda sakınca
görüyorsa kanunu temsilcim bunu veto edebilir. Buna kanuni temsilcinin veto
hakkı denir. Mesela bu kişilerin kötü niyetli kişilerce istismar edilmesini
önlemek için getirilmiştir. à Bir bağışlama taahhüdü yapıldığını düşünelim bir
küçüğe yasal temsilci bunda bir sakınca görüyorsa bunu iptal eder diyor. Daha
ileri gidilmiş ve bu ifa edilmişse, yani küçüğe teslim edilmişse bu sefer de
tasarruf işlemini de iptal edebilir ve bağışlanan şeyin geri verilmesini sağlayabilir.
Elden bağışlamayı biraz hızlı
geçtik ama anladığınız değil mi? à Yani yazılı şekle bağlı olan menkul bağışı
(taşınmazlarda elden bağışlama olmaz) yazılı şekle aykırı bir şekilde yapılsa
bu geçersizdir. Ama ifa edilirse bu tasarruf işlemi geçerli hale gelmiş olur.
Ama unutmayın taşınmazlarda elden bağışlama olmaz ve bu şekilde tescil edilse
bile tescil yolsuz olur. Bunu 237 maddenin 2. ve 3. fıkraları açıkça söylüyor.
Arkadaşlara alacakların ve
hakların bağışlanması da mümkündür. Yani benim alacağım 100 lirayı ben değil
sen al diyebilirim. Karşılıksız yapılırsa bağışlama olur. Her ne kadar kanunda
yazmıyor olsa da 238. maddenin menkullerle ilgili hükmü yani adi yazılı olması
gereken hüküm buraya da uygulanması lazımdır.
à
Gayrimenkullerin bağışlanması için açık hüküm var. Ama bunun dışında kalanların
TAMAMI için bir fıkra var o da yazılı şekilde olması gerekiyor. İşte bu yüzden
alacakların bağışlanması da birinci fıkraya girer. Onların da adi yazılı
şekilde yapılması lazımdır.
Şimdi bir alacağın bağışlanması
nasıl olur? à
Alacağın temliki yoluyla olur. Alacağın temliki yazılı şekilde yapılması
lazımdır diyor kanun. Alacağın bağışlanması bu sebeple mi yazılı şekle
bağlıdır. Alacağın temliki bir tasarruf işlemidir. Alacağın temlikini vaadi ise
bir borçlandırıcı işlemdir. Bağışlama vaadi nasıl bir işlem? à
Borçlandırıcı işlemdir. Bu durumda alacağın temlikini vaat hiçbir şekle tabi
değildir. (madde 163te) Alacağın temlikini vaat şekle tabi değilse bağışlama
ise adi yazılı şekle tabidir. İşte bu durumda bir alacağın bağışlanması şekle
tabi midir? à
Evet tabidir. Madde 238 emredici kuraldır. Bir hususun emredici kural olup
olmadığını ya sözünden ya özünden anlarız. Bu hükümde sözünden anlayabiliyoruz.
Bunu niye söylüyor işte arkadaşınızın söylediği gibi yazan kimse en az iki kere
düşünür. 163/2 emredici değildir. Yani aksine sözleşme yapabilirler. Ama 238’in
aksine sözleşme yapılamaz. O itibarladır ki 238, 163’e hadi oradan sen
konuşamazsın der. Demek ki alacağın bağışlanması da tıpkı taşınırlardaki gibi
yazılı şekle tabidir. Ama alacağın satılması ise 163’e bağlıdır. Çünkü
163/2’nin de bir uygulama alanı olması lazımıdır. Onun da bir fonksiyonu
vardır. Demek ki alacağın temlikini vaat etmek ivazlı ise şekle tabi değildir.
İvazsız ise şekle tabidir.
29 Kasım 2011
Arkadaşlar bağışlamayı
görüyorduk. Buna devam edeceğiz. Bağışlama hükümlerinin bağışlayan lehine
yorumlanması gerektiğini biliyoruz. Bağışlamanın şeklini biliyoruz. En son
alacak haklarının bağışlanmasını gördük. Şimdi devam edeceğiz.
Şimdi arkadaşlar, bağışlamada
gene bağışlayanı koruyucu hükümlere örnek olarak; birisi şekle tabi olması,
birisi mesela kısıtlamadaki ilanla ilgili genel kurulu dinlemeden bağışlayanı
koruyor. Bir diğeri ise 239. maddede enteresan bir düzenleme var. Yine genel
prensipleri altüst eden ama bağışlayanı koruma uğruna yapan bir hüküm var.
239 hangi prensiple bağdaşmıyor? à
İcabın bağlayıcılığıyla bağdaşmıyor. İcapçı icabıyla bağlıdır. İşte bu icapla
bağlılık kuralını altüst ediyor. Ne diyor? à Ben bağışlama icabında
bulundum hatta bağışlama konusunu bir tarafa ayırdım, ama işte kabul haberi
bana gelene kadar ben icabımdan dönebilirim. Genel kural dönememekti icapla
bağlı olmaktı ama burada tam tersidir. İşte bağışlayanı koruma uğruna genel
prensiplerden dönmüştür kanun. İşte burada şunu unutmayın tereddütlü halde
bağışlayanı koruyucu şekilde yorum yapılması gerekiyor.
Şartlı ve mükellefiyetli
bağışlamalar
Bağışlamanın çeşididir bunlar.
Bağışlama da bir sözleşmedir. Ve her sözleşme gibi bu da şarta bağlanabilir.
Hiçbir engel yoktur. Geciktirici, bozucu, iradi, tesadüfü, karma şart olabilir.
Bağışlama bu şartlara bağlanmış olabilir. Şartla ilgili öğrendikleriniz
geçerlidir burada. Yalnız şart gayrimenkul bağışlamasında tapuya geçirilemez.
Çünkü tapu sicil tüzüğüne göre tescil şarta bağlanamaz. Geciktirici veya bozucu
şarta bağlı hiçbir tescil yapılamaz. Mülkiyet ya geçmiştir ya da geçmemiştir.
Ancak bir istisnası vardır bunun. Bağışlamada karşımıza çıkıyor. Şöyle ki,
bağışlayana dönme kaydıyla bağışlamada. “Vahibe rücu şartı ile hibe” Bu nedir? à
Ben sana bir mal bağışlıyorum eğer sen benden evvel ölürsen mal bana geri
dönecektir. Menkullerde problem yok. Gayrimenkullerde şöyle bir problem var.
Aslında menkullerde de var ama burada çözümü yok çünkü menkullerde şerh
müessesi yoktur. Gayrimenkullerde şerh dolayısıyla bu şart 3. kişiye karşı da
ileri sürülebilir. Ama menkullerde olamaz bu. İşte bağışlayana dönme şartıyla
satım tapuya istisnaen şerh edilebilir. Sadece burada istisna vardır. Benden
evvel ölmekle mülkiyet doğrudan bana mı geçer, tescil yolsuzlaşır mı, bunu
sebepsiz zenginleşme ile mi alacağım yoksa başka bir şekilde mi alacağım,
doktrinde çok tartışılmıyor ama bence tartışılmalıdır. Hocaya göre mülkiyet
kendiliğinden dönmüş sayılmalıdır ve tapu kütüğü yolsuzlaşmış sayılır ve tapu
kütüğünün düzeltilmesi davası açmam lazımdır. Peki, hoca niye görüştedir? à
Çünkü bağışlayanı koruyucu yorum yapılması gerektiği için.
Eşya hukukundaki tartışmaya
paralele olarak burada iki görüş savunulabilir. Demek ki bağışladığın için
tescil yaptın burada geçerli olarak yapılan bir tescil vardır. Bir görüş diyor ki sonraki olay tapu sicilini
yolsuz hale getirmez çünkü tescil bir sebebe dayanıyordu. İşte burada artık
tapu kütüğünün düzeltilmesi davası değil sebepsiz zenginleşme davası açarım.
Yani tescil yolsuzlaşmadığı için iktisap geçerlidir ama sebep olmadığı için
sebepsiz zenginleşme davası ile almam lazım mirasçılardan ya da satılan 3.
kişilerden. Ve bu davayı 1 yıl içinde açmam lazımdır. Bu bağışlayanın
aleyhinedir. İkinci görüşe ise yolsuz tescil olur ve mülkiyet bana
kendiliğinden dönmüş olur. Her ne kadar başka birinin adı yazsa da onun içi
boştur. Bu durumda da tapu kütüğünün düzeltilmesi davası açarım ve bunu hiçbir
süreye bağlı olmadan açarım ve bu benim lehimedir.
Şart her türlü olabilir ama
ahlaka aykırı filan olamaz. Birde yükümlü mükellefiyetli bağışlama vardır. Hiç
kimse şu dünyada karşılıksız bir şey yapmaz. Böyle hiç bir şey almıyormuş gibi
olsa bile karşılığında bir şey almaktadır. En azından onur almaktadır. Bir
kimse karşılıksız bağışlama yapıyor gibi ama altında bir saik vardır. Bu saik
bazen bana iyi desinler olabilir, bazen bir iş kurtarmak için yaparsınız, bazen
vergi kaçırmak için yaparsınız. Türlü türlü sebepler olabilir. Mesela öldükten
sonra anılmak için yapabilirsiniz. İşte bu Saikler birer mükellefiyettir. Yani
bağışlanana eklenmiş yükümlülüklerdir. Şartla bunun arasında ne fark vardır.
Bir kere şartın icrası istenemez. Ama mükellefiyetin icrası istenebilir. Yani
ben dava açıp zorla heykeli oraya diktirebilirim. İkincisi şart işlemin hüküm
doğurması veya işlemden düşmesi sonucunu doğurur türüne göre. Oysa
mükellefiyetin böyle bir işlevi yoktur. Yani şartsız olarak doğmuştur ama
sadece ona yüklenmiş bazı yükümlülükler vardır. Mükellefiyet, bağışlanılan
şeyden yapılır. Yani bağışlanan şeyin özünden masraf yapılarak
gerçekleştirilerek yapılır. Yani benim mal varlığımdan değildir. Yani daha
doğrusu mal varlığının diğer şeylerinden karşılamak zorunda değilimdir. Kanun diyor ki eğer bağışladığınız şeyin
değeri yükümlülüğe yetmiyorsa o yükümlülükten kurtulmuş olursun. Çünkü felsefe
şudur bağışladığınız şeyden karşılanacaktır o yükümlülük. Kamu düzenine ahlaka,
adaba aykırı mükellefiyetler geçersizdir.
241’in başlığında şartın icrası
diyor ama aslında yükümlülüğün icrasıdır çünkü şartın icrası istenemez
bildiğiniz gibi. Mükellefiyetin ircaını ben, mirasçılarım veya ilgili kişi
isteyebilir.
Mükellefiyete haklı bir sebep
olmaksızın karşı taraf bunu yerine getirmekten kaçınırsa bu bağışlamadan dönme
sebebidir.
Şimdi sınırlı ehliyetsiz
karşılıksız kazanımlarda bulunabilir ve yasal temsilcisinin iznine gerek
olmadan. Acaba mükellefiyetli bağış halinde de durum bu mudur? à
Yani karşılıksız kazanım sayılır mı bu? Yani ben bir 16 yaşındaki çocuğa
mükellefiyetli bir bağışlama teklif etsem ve oda kabul etse bu sözleşme geçerli
midir? à
Cevabı evettir. Çünkü mükellefiyet karşılık değildir. Çünkü zaten bağışladığı
şeyden karşılıyor. Çünkü kendi mal varlığından karşılamak zorunda değildir. Mal
varlığından bir şey olmayacağı için bir problem yoktur burada.
Şimdi eğer küçüğün yapması
gereken hukuki işleme kanunu temsilcisi icazet göstermezse bu haklı bir sebep
olur ve bağışlama geçersiz olmaz.
Bazı yazarlar bir de amaca bağlı
bağış ekliyorlar. Ama herkes eklemiyor. Yani bu da şudur; mesela bizim
kitabımızda verilen örnek şudur. Mesela bir profesör bir üniversiteye kitap
bağışlıyor. Profesör bir mükellefiyet koymuyor, şart koymamış ama kafasından şu
amacı güdüyor. Bunu öğrenciler kitabı alsın alsın ve öğrenciler bundan
faydalansın. Profesörün amacı nedir? à Öğrencilerin istifade etmesidir.
Ama rektörü alıp evine götürüyor. İşte burada bağışlayanın amacı ortadan
kalkmıştır. Doktrindeki yazarlara göre sebepsiz zenginleşme gerçekleşecek ve
işlem temeli çöktüğü için sebep ortadan kalktığı için bu geri alınır derler.
Demek ki 3’lü bir ayırım yapıyorlar.
Bağışlamanın diğer türler:
Karma Bağışlama
Bu şudur; mesela ben bir fakir
arkadaşıma iyilik yapmak için onun 100 lira değerindeki malını 1000 liraya
satın alıyorum. Amacım ne? à Amacım o 900 lirayı ona bağışlamaktır. Ya da tam
aksine 1000 lira değerindeki malımı 100 liraya satıyorum. Bunların her ikisi de
karma bağışlamadır. Yani satış ve bağış karması bir hukuki işlemdir. Burada
böyle bağışlarda hangi hükümler uygulanır bir problem teşkil ediyor. Şimdi
hatırlayın BK’nin en başında size karma sözleşmelerden bahsettim ve hangi
görüşlerin uygulanacağından bahsettim. Belli başlı üç görüş vardır demiştim.
Biri ayırma görüşüydü. Yani ayıracaksınız ve satış kısmı için satış kalanı için
bağış hükümleri uygulanacaktır. Tevhit görüşüne göre ise (birleştirme) hangisi
baskınsa ona ilişkin hükümler uygulanacaktır. Burada bağış hükümleri baskın
olduğu için o uygulanacaktır.
Karma bağış ile örtülü bağışı
karıştırmamak lazımdır. Bu ikisi başkadır ve çoğu kez birbiriyle karıştırılır.
Örtülü bağış şudur; ben metresime ev bağışlamak istiyorum ama hanımdan korkup
bunu satış olarak gösteriyorum. Şimdi bu örtülü bağıştır. Yani aslında ben
bağışlıyorum ama ben bunu bir örtü ile gizliyorum. Yani satış peçesini
örtüyorum. Onun için örtülü bağış deniyor. Örtülü bağışta bir muvazaa vardır.
Karma bağışta bir muvazaa yoktur. Örtülü bağışta geçerli mi olup olmadığına
bakılır. Mesela bizim örnekte muvazaa nedeniyle geçersizdir. Çünkü iki tarafta
satışı istemiyor. O yüzden geçersizdir. Bağışlama da şekle aykırılıktan
geçersizdir. Yargıtay da bu görüştedir. Doktrindeki bir azınlık ise bunun böyle
olmadığın söylüyorlar. Satış muvazaa nedeniyle geçersiz buna bir şey demiyoruz.
Ama gizli işlem olan bağış geçerlidir. Şekle aykırılık vardır ama satış için
gerçekleştirilen şekil bağış için geçerlidir diyorlar. Şeklin amacı
gayrimenkulün öneminden dolayıdır. Ama burada zaten resmi şekilde gerçekleştirdiği
için bu bağış yapan kişi kaç kere düşünmüştür. Ve bu yüzden şekil amacını
gerçekleştirmiştir ve bağış için şeklin amacı kalmadığı için bu bağış
geçerlidir diyorlar. Bu görüş son derece zekice ve bazı yazarlar tarafından savunuluyor.
Bu görüş diğerinden saha üstündür. Yargıtay’ın görüşünden daha üstündür. Fakat
bazı noktalarda ve somut olaylarda bir görüşü ve bazılarında öbür görüşü
benimsemek daha adil olur. Mesela metres örneğinde çoğunluk görüşünün kabul
edilmesi daha uygundur. Ama mesela bir kimsenin kızı var ve ikinci karısı var.
İkinci kadın kızı sever gözüküyor ve sahtekârdır. Adam kızın dışarıda
kalmasından korkuyor ama ikinci karısından korkuyor. O yüzden bağış yapamadığı
için kız mağdur olmak durumundadır. İşte burada azınlık görüşü daha adildir. Peki,
hâkim ne yapacak? à Hâkim Yargıtay’a uyar. Onun için kanunu değiştirip
kanuna yeni hükümler getirmek lazımdır. Ve bir olayda şöyle bir olayda böyle
demek mümkündür.
2. Saat
Bir kişi kısıtlanır ona vasi
tayin edilir ya da velisi vardır. Yani yasal temsilcisi vardır. Şimdi bu kişi
kural olarak tam ehliyetsiz ya da sınırlı ehliyetsiz adına tüm işleri yasal
temsilci yapar. Ya da sınırlı ehliyetliyse bunun rızası gerekir. Ama 3 tane
işlem var ki sınırlı ehliyetsiz adına yasal temsilci yapamaz. Bunlar kefil
olma, vakıf kurma, bağışlamadır. Eski medeni kanun bunlara yasak işlemler
denmiştir. Ama bunlar orijinal metinden hatalı tercüme sonucu olmuştur. Bizde
bağışlama diyor ama aslında önemli bağışlama idi orijinali. YBK bunu düzeltti
ve önemli bağışlama dedi. Yani önemsiz bağışlamalarda bulunabilir.
Ve artık bağışlamanın sonuna
gelmek lazımdır. Ama bir hüküm daha önemlidir. Ne dedik bağışlayanı koruyucu
tavrı hâkim kanunun. Bunu bir şey daha anlıyoruz. Bağışlayanın sorumluluğu. Ben
size bir at bağışladım ve bu attaki bulaşıcı hastalık sebebiyle sizin diğer
atlarınız da hastalandı. Ve Allah kahretsin dediniz. Yani benim 10 atım öldü
senin yaptığın bağış yüzünden dedi. Bundan bağışlayan sorumlu mudur? à
Kanun diyor ki eğer senin kastın varsa veya ağır kusurun varsa (yani ağır
ihmalin varsa) sorumlusun onun dışında sorumlu değilsin diyor. Dikkat ederseniz
hafif ihmal bile kusur sayılır ve sorumluluk sebebidir. Tazminatın miktarında
önem arz edebilir ama sonuçta tazminat ödenir. Ama işte burada sadece kast ve
ağır ihmalinden dolayı sorumludur. Ve bunu ben söylemiyorum kanun söylüyor.
Madde 243. madde söylüyor. Hile dediği kasttır. Yani yanlış tercüme vardır.
Mesela BK birçok yerinde hata derken aslında kusur demesi lazımdır. Ama ben
eğer şöyle demişsem, bu at küheylan gibidir, aslanlar gibidir en küçük bir
hastalık bile yoktur ben garanti ediyorum dersem sorumluyum. Eğer kastım ve
ağır ihmalim olmasa da sorumluyumdur. Ya da alacak bağışlamasında alacağın temlikini
vaat etmişse. Alacak yoksa bile sorumlu olunmaz. Ama bu alacak mevcuttur diye
zikir ve vaat etmişsem sorumluluk vardır.
Kanun koyucu varlığının veya
yokluluğunun sorumluluk kaynağı değildir. Ama özel olarak garanti verilirse
sorumlu olunur tabiî ki de…
Gelelim bağışlamanın sona
ermesine:
Bunu iptal başlığı altında 244 ve
245. maddede düzenlenmiştir. Bir kere 244teki hallerden biri varsa bağışlamadan
dönebilir. Yalnız bu elden bağışlamadan veya ifa edilen bağışlamadan yani
tasarruf işlemi yapılmışsa 244. madde uygulanır. Bu elden bağışlama illa fiilen
teslim olması gerekmiyor. Kısa elden teslim, zilyetliğin havalesi vs. ile de
tasarruf işlemi gerçekleştirilebilir. Bunlardan biri de varsa bağışlamadan
dönebilirsiniz. Ama şurası önemlidir. Normalde sebepsiz zenginleşme ile geri
alınıyor ya. Geri verilecek şeyin elinde ne kaldıysa demiştir. Ve bağışlayanı
korumayı abartmamıştır artık daha fazla.
Şimdi bu sebepler nelerdir? à
1) Bağışlayana ya da yakınlarından birine ağır bir cürüm (bunu suç olarak kabul
etmek lazımdır) işlenmesi durumunda olur. Ağır lafını da ağır cezalık suç
olarak algılamayıp ahlaken, örf âdete göre ağır olup olmamasına bakmamak lazımdır.
Ceza hukuku normlarına göre değildir. Yani ağır cezalık olmayıp asliye cezalık
da olsa niteliği gereği ağır olabilir. Bazen ağır bir küfür bile buraya
girebilir. 2) Kanunen mükellef olduğu aile vazifelerini yapmazsa diyor. 3)
mükellefiyeti haklı bir sebep olmaksızın mükellefiyeti yerine getirmemesi
durumundadır.
Gelelim 245. maddeye. Bu da
borçlanma işlemi için aşmasında kalmış bağışlama için olur. Bir kere 244lerden
biri varsa hayli hayli dönebilir 245’e gereği. Ama birinci fırka olmasa bile
evveliyet ilkesi gereği dönebilir. Ayrıca 2 tane daha durum getirilmiştir. 1)
bağışlamayı yaparken adam çok zengindi sonra çok fakirleşti. Daha bağışlanan
şeyi vermedi daha bu durumda çok fakirleştiği için bağışlayanı koruyucu bir
şekilde bu hüküm koyulmuştur. Yani dönebilir bu durumda. 2) Mesela aile
vazifeleri çok arttıysa mesela kadın 5’iz doğurdu bir anda 5 kişi arttı bu
durumda yine geri dönülebilir bu bağışlamadan.
Son fıkrada ise aciz vesikası
veya iflas etmişse bağışlayan bu durumda da bağışlama iptal olunur deniyor. Ama
burada bağışlayan mı yoksa mahkememi iptal eder bu tartışmalıdır.
Gelelim zamanaşımına; 244 veya
245’e göre bir durum varsa 1 yıl içinde dönebilir bağışlayan. Bu sene içinde
ölürse mirasçıları geri kalan süre içinde dönebilirler. Ama burada mirasçıların
hâkim kararı ile dönme gerekir. Birde 3. halde eğer dönmeyi engelledi ya da
adamı öldürdüyse, mirasçılar veya engel kalkınca dönebilir bağışlayan. Ama geri
kalan süre içinde dönmesi lazım mirasçıların veya bağışlayanın. Ama burada
mirasçıların ölümden itibaren 1 yıl mı yoksa ilk geçen süre çıkarılır mı
tartışmalıdır.
Gelecek ders YBK bakımından da
bir bağışlamaya göz atalım. Ondan sonra kira ve eser sözleşmesi var. Ondan
sonra vekâlet var. Eğer zaman kalırsa kefaleti de görmemiz lazımdır. Bundan
sonra kiraya başlayacağız.
5 Aralık 2011
Bugün kira sözleşmesine
başlayacaktık. 3 tane önemli problem var. Birincisi borçlar kanunu açısından kira
hükümlerini öğrenmemiz lazım. 2. nokta yeni borçlar kanunu. 3. ise 6570 sayılı
gayrimenkul kiraları hakkındaki kanun, bugün yürürlükte ama daha sonra
yürürlükten kalkacak. Dolayısıyla bu üç kanun bakımından kirayı incelemek
durumundayız. Geçen seneki yükümüz 2 misline çıkmış durumda. Geçen sene BK ve
6570’i inceliyorduk. Allah geçinden versin diyorduk ama bir an önce çıkardılar.
Onun için bu seneki öğrenciler geçen seneki öğrencilerin 2 misli çalışması
lazımdır.
Evvela BK’ya göre başlayalım.
Sonra da 6570 ve TBK’ya göre çalışmalarımızı sürdüreceğiz.
Kira uygulaması en fazla olan
özel borç ilişkilerinden biridir. Dolayısıyla kirayı iyi öğrenmeniz lazım.
Kirayı aslında eşya hukukunun konusu olan kat mülkiyetiyle özellikle beraber
incelemek lazımdır. Eşya hukukunu benden okuyanlar için bu problem
olmayacaktır. Fakat diğerleri için şunu öneriyorum. Derse gelsinler ve derste
hangi noktalarda örtüşme varsa eve gidip o konuları çalışsınlar. Yani
kitaplardan takviye etsinler. Eşya hukukunu anlatırken de kira bakımından eşya
hukuku odaklı olarak kiraya temas etmek durumunda kalacağım. Sınavlardan da bu
şekilde sorumlu olacaksınız.
Şimdi kira sözleşmesi adı üstünde
bir sözleşmedir. Bir borçlandırıcı işlemdir ve hiçbir şekle tabi değildir.
Ancak özel bir kanunla şekle tabi tutulmuş olabilir. Ama BK bu bakımdan şekil
serbestesi öngörmüştür. Rızai bir sözleşmedir. Yani sözleşmenin tamamlanmış
olması için kurulmuş olması için kira konusu nesnenin teslimine gerek yoktur.
Yani consensus yeterlidir res’e gerek yoktur.
Kiranın unsurlarını bir görelim.
Kira konusu nesne olmalıdır ve kira bedeli olmalıdır. Demek ki bir nesneyi bir
bedel karşılığında kullandırıyorsanız biz o sözleşmeye kira sözleşmesi diyoruz.
Ancak o bedelinde mutlaka para olması lazımdır. Para biçiminde bir bedelin
tayin edilmiş olması lazımdır. Para dışındaki bir bedel tayin edilebilir pekâlâ,
yani mesela sen bu evimi kullanacaksın ama karşılığından bana Fransızca
öğreteceksin diye bilir malik. Şimdi buda bir bedeldir ama biz buna kira
sözleşmesi diyemeyiz. Biz buna sözleşme deriz. Peki, hangi kalıba giriyor.
Biliyorsunuz artık hiçbir kalıba girmesi gerekmiyor, sözleşme özgürlüğü
prensibi gereğince çeşidi kendine özgü sui generis bir sözleşmedir. Yani karma
bir sözleşmedir. Tamamıyla geçerlidir. Ya da ben sana evimin bir odasını kiraya
vereceğim sen de benim temizlik, bulaşık gibi işlerimi yapacaksın. İşte siz bal
gibi geçerli sözleşmedir ama kira değildir. Kiranın bedelinin mutlaka bir para
olması lazımdır. Bu para türk parası da olabilir veya ülkede tedavülü olan
yabancı para da olabilir. Bugün artık döviz bazlı kira sözleşmelerinin
yapılmasına hiçbir hukuki engel yoktur.
Kira ikiye ayrılır. Bir adi kira
bir de hâsılat kirası (ürün kirası). Biz evvela adi kirayı göreceğiz. Kanunun
düzeni de bu şekildedir.
ADİ KİRA
Şimdi adi kira başlıklı 248.
madde kirayı şöyle tanımlamış, adi kira kiralayanın kiralananı kiracıya bir
bedel karşılığında kullanmayı bırakmasını üstlendiği sözleşmedir. Demek ki bir
bedel var ve bunun para olması lazımdır. Bir şey kullanılacak ve anlaşma ne
konusunda olacaktır? Bir bedel karşılığında bir şeyin kullanılması şeklinde
olur. Hemen belirteyim ki, bu benim söylediğim YBK ve 6570 sayılı kanunu ve
dünyanın her yeri için böyledir.
Ama hâsılat kirasında bir başka
unsur daha vardır. Oda, ürün veren yani hâsılat veren bir nesnenin yine bir
bedel karşılığında işletilmek üzere verilmesidir. Adi kira kullanmak
yararlanmak üzere verilmesi; hâsılat kirasında kullanma yararlanmaya ne
ekleniyor? à
Bir de işletme ekleniyor. Üstelik hâsılat kirası olması için hâsılat (ürün)
veren bir nesnenin olması lazımdır. Ben mesela evimi size kiraya versem bu adi
kiradır. Ama ben sinema olarak işlettiğim bir mekânı yine sinema olarak bir
bütün olarak versem bunun adı hâsılat kirası olur. Ben tarlamı kiraya vereyim de
başkası eksin demek hâsılat kirasına vermek demektir. Yani aradaki fark ürün
vermedir gördüğünüz gibi.
Şunu söylemek lazımdır; mesela
tatbikatta kira contract'ı denilen yazılı bir form var hep o doldurulur ve
böylece kira sözleşmesi yapılır. Pul filan da yapıştırılır. Bunların hepsi hikâyedir.
Yani aslında öyle bir forma gerek yoktur. Öyle yazılı bir sözleşmenin
yapılmasına da gerek yoktur. Bu sadece delil açısındandır, sözleşmenin
geçerliliği hakkında hiçbir olumsuz etkisi olamaz. Demek ki bunu da kaldırdılar
son zamanlarda. Ama ispat kolaylığı açısından insanlar yazılı yaparlar. Hatta
icra ve iflas hukukunda imza inkârı tehlikesiyle karşılaşmamak için insanlar
çoğu kez bunu noterde de yapmayı tercih edebilirler. Ama bütün bunlar
geçerlilik şekli ve şartı değildir.
Kiracının ve kiraya verenin...
Kanun kiralayan diyor ben kiraya veren demeyi tercih ediyorum. Kiraya vereni
daha çok kullanıyorum. Sebebi şu kiralayan yanıltıcı olabilir. Günlük dilde evi
kiraladım dersiniz yani kiracı olarak evi tuttum diyorsunuz. O itibarla
kiralayan demek yanıltıcı olduğu için kiraya veren demek daha anlaşılır
şekildedir. Ama siz kiralayan da diyebilirsiniz. İcar, müstecir, mucir bunlar
pek kullanılmıyor bugün ama mecur çok kullanılıyor. Yani bu mecur kelimesini
mutlaka öğrenmeniz lazım. Tatbikatta çok kullanılır. Müstecir mucir, icar çok
kullanılmaz. Ama mecur çok kullanılır ve kira konusu şey veya yer demektir.
Mucir kiraya verendir. İcar kiradır. Müstecir de kiracıdır. Ama mecur çok
kullanılır. Onu mutlaka öğrenin.
Kiraya verenin ve kiracının hak
ve borçlarını kanun bir bir söylemiş ve düzenlemiştir.
Kiraya verenin hak ve borçları
Bir kere kiraya veren sözleşmesel
amaca uygun teslim zorundadır. Yani sözleşmeyi yaptınız el sıkıştınız şimdi ifa
aşaması başladı. Kiraya verenin bir borcu neymiş? Sözleşmeye ve sözleşmesel
amaca uygun teslim borcu. Ne demek bu? à Sözleşmede hüküm varsa
sözleşmeye uygun teslim etmelisiniz. Sözleşmede hüküm olmayabilir o zaman
sözleşmesel amaca uygun teslim borcundasınız. Ama o sözleşmenin bir amacı var.
Ev kirasıysa orada bu adam oturacak. Sadece kira sözleşmesinde dese ki mesken
olarak kullanılacak dese, nasıl teslim edileceği yazmasa bir sözleşmesel amaca
göre teslim borcu altındasınız. Amaç nedir? Mesken olarak kullanmaktır. Yani
kullanılabilir banyo, tuvalet, mutfak olması lazımdır. Sadece odalarla
yetinemezsiniz. Ama mesela iş yeri olarak kullanılacaktır dese gene sözleşmesel
amaç doğrultusunda teslim neyi gerektirir? à Yani tuvalet, mutfak
zorunlu değildir. Olsa kötü mü olur? à Olsa çok güzel olur
ama zorunlu değildir. Sözleşme de ya yazar ya yazmaz ama yazmıyorsa sözleşmesel
amaca göre teslim zorunludur. Bizim bir simidimiz vardır o da dürüstlük
kuralına göre teslim etmek gerekir. Tabi o sektörde genel kabul görmüş
uygulamalar yol gösterecektir.
İkinci borcu, yani ben ayıpsız
çürüksüz hilesiz hurdasız sana teslim ettim kardeşim. E borcun bitti mi? à
Hayır. Sen diyor kanun ikinci olarak, sözleşme süresince kullanmaya elverişli
durumda bulundurmak zorundasın. Yani yine sözleşme ve sözleşmesel amaca uygun
bir durumda bulundurmak zorundasınız. Örneğin, size gayet güzel her şeyi
yerinde teslim etti. Siz bunu kullanırken zaman içinde kullanmanın gereğince
zaman içinde malzeme yorulur, eskir, yıpranır, amortisman olur. Şimdi sen de
bundan kira alıyorsun kardeşim bu amortismana razı olmalısın, malın eskiyecek.
Valla ben sana verdiğimde böyle değildi. Böyle değildi ama burada benim kusurum
yoksa ben amaç dışında kullanmıyorsam herhalde normal kullanmaların eskimeleri,
yıpranmaları kiraya veren fatura edilecektir. Ne yazık ki tatbikatta bu
söylediklerimizin uygulanması bir hayli zor oluyor. Ama bunu bilmeniz gerekir.
Çok sivri usta bir örnek vereyim. O zaman meselenin ne kadar önemli olduğunu
anlarsınız. Şimdi, kiraya verdiği zaman merkezi sistem kalorifer vardı. Gayet
güzel çalışıyordu. Sonra kat malikleri oturdular bir karar aldılar ve kombili
sisteme geçildi ve herkes kombi yaptırdı. Sizin ev sahibi lafı hukuki değildir.
Onu hukukçu söylemez. Hukukçu kiraya veren ya da kiralayan der. Çünkü malik olmasanız
da kiraya veren olabilirsiniz. Yani malik demek yeterli değildir. Ev sahibini
hiç demez. Siz kiraya veren diyeceksiniz. Şimdi bu kiraya veren geldi dedi ki,
kurul böyle karar verdi. Müsaadenizle ustalar gelsin burayı kırsın döksün
kombiyi taksın ve dairenin içini kombili sisteme çevirsinler. Sizde peki
dediniz. Zaten peki demek zorundasınız buna. Kiracının borçlarını görürken
bunları da söyleyeceğiz. Orası yapıldı gitti ve orası kullanılamaz halde. Ben
kiracı olarak bir temizlikçi kadın getirerek temizlettim parasını vermek
zorunda mıyım? Ama tatbikatta ben yaptırdım kardeşim diye kiralayan çekip
gidiyor. Hayır, kiralayan oranın temizliğini de yaptıracaktır. Çünkü kullanmaya
elverişli durumda bulundurma borcu var kiraya verenin. Artık onun müdahalesiyle
kullanılamaz hale geldi orası. Her taraf moloz ve toz oldu. Yani kullanılamaz
halede. Demek ki kullanmaya elverişli durumda bulundurma borcu olduğuna göre;
kadın mı getirecek erkek mi getirecek ne yaparsa yapsın. Orayı temizletecek ve
parasını da kendisi verecek. Bana temiz ve kullanılır şekilde teslim edecek.
Demek ki bu borçta çok önemlidir. Tatbikatta kiraya veren ben verdiğimde bu
kapı sağlamdı diyor. Kardeşim tabi kapı kullanıla kullanıla aşındı, yıprandı.
Yani bakın kiracının borçlarına gelince ayrıntılı göreceğiz. Kiracı sadece
rutin fazla masrafı gerektirmeyen olağan bir takım giderleri yapmak zorundadır.
Yani evi badana boya yaptırmak zorunda da değildir. Bunların hepsi kiracıya
yüklenir tatbikatta. Kontrata da yazılır. Kontrata yazıldıysa yapılacak bir şey
yoktur. Yani bunları bileceksiniz. Demek ki hem ayıpsız teslim hem de ayıpsız
bulundurma borcu vardır.
Bakın ayıp dedik ve satım
sözleşmesinde ayrıntılı biçimde gördük. Ama kirada da karşımıza çıkıyor. Orada
iyi öğrenmediyseniz burada halimiz duman olur. Eser sözleşmesini incelerken de
satıştaki ayıp bilgilerimize ihtiyacımız var. Bunlara dikkat etmeniz lazımdır.
Peki, şimdi ne olur? Yani kiraya
veren ayıpsız teslim veya ayıpsız bulundurma borcunu ihlal ederse bu borçlarına
uymazsa ne olur? à
Şimdi bakın kiralanan teslim edildiği tarihte kullanılamaz durumdaysa veya
önemli derecede ayıplı ise kiracı sözleşmeyi bozabilir veya kira bedelinden
ayıp oranında bir indirim isteyebilir. Görüyorsunuz baştaki ayıp için iki tane
önemli yaptırım getirmiş. Bir, sözleşmeyi bozabilir. Şimdi bozmadan iki şey
anlaşılabilir dönmede bozma olabilir. Bir de fesih olabilir. Burada ise fesih
vardır çünkü sürekli edim yükleyen bir borç ilişkisidir ancak sözleşmenin hemen
başında olursa buna fesih diyemeyiz. Bazı kitaplarda hep fesih olur der bazı
kitaplarda dönme olur derler ama bizi olayların büyük çoğunluğunda fesih olsa
da bazen de dönme olabilir bu bozma diyoruz. İkincisi de bedel indirimi
isteyebilir. Kanun iki tane yaptırım öngörmüş. Bunları isteyebilir.
Şimdi bazen ayıplı teslim; öyle
ayıp olur ki kiracının beyanı onunla birlikte yaşayanların ilişkilerinin vs.
sağlığı için ciddi tehlike arz edebilir. Mesela bir kira kontratı yapıyorsunuz.
Önünüze uzatılan her şeyi imzalamak zorundasınız. Kiraya veren de yazmış oraya,
eğer ayıp varsa bundan kiraya veren sorumlu değildir, kiracı fesih hakkından
feragat etmiştir diye. Kanun diyor ki, böyle bir durumda yani fesih hakkında
feragat etse dahi diyor eğer ayıp birincisi sağlık açısından tehlike arz eden
ayıpsa (diğeri ise sağlık açısından tehlike arz eden ayıp olmayanlardır) bu
sözleşme geçersizdir diyor. Yani böyle hüküm olsa bile kiracı yine de kira
sözleşmesini bozabilir eğer sağlık açısından bir tehlike varsa o ayıp için.
Satım sözleşmesinde neyi gördük
biz. Ayıplı olduğunu bilerek teslim alan kimse ayıp hükümlerin dayanamaz. Yani
ayıp hükümlerinin sonuçları nelerdi? à Ayıplı malda zamanında
ayıp ihbarında bulunulmuşsa filan işte, sözleşmeden dönebilirsiniz, bedel
indirimi isteyebilirsiniz, cins borçlarında ayıpsız diğeriyle değiştirilmesini
isteyebilirsiniz, bir de TKHK’dan kıyasen ücretsiz onarım isteyebilirsiniz.
Şimdi ama eğer ayıplı teslim halinde ayıbı bilerek ses çıkarmamış almışsanız,
bu hükümlerden hiç birinden istifade edemezsiniz. Burada da eğer bilerek teslim almışsanız ayıp
hükümlerine dayanamazsınız. Burada aynen satıştaki gibidir. Bunu söylemiyor
kanun dikkat edin. Ama satışta bunu söylüyor. Ama kirada bunu söylemiyor ama
kirada da bu böyledir. Onun için satıştaki ayıbı iyi bilmeniz lazım diyorum.
Ama eğer bu ayıp kiracının ailesinin, onun işçilerin veya onunla birlikte
yaşayanların sağlığı için ciddi bir tehlike arz ediyorsa ayıplı olduğunu
görerek bilerek teslim almışsa bile kiracı sözleşmeyi feshedebilir diyor. Bu
birdi, ikincisi gene bu şartlarla dönme hakkında fesih hakkında vazgeçse bile o
vazgeçme sözleşmesi geçersizdir gene feshedebilir. Madde 249/son’a göre.
[benim eklentim: Yani normalde
neydi eğer ayıbı bilerek malı teslim almışsanız ayıp hükümlerinden
yararlanamazsınız. Kirada da böyledir bu. Fakat siz ayıbı bilseniz de bu ayıp
sizin ailenizin, işçilerinizin veya sizle birlikte yaşayanlar açısından
sağlıklarını tehlikeye sokuyorsa siz sözleşmeden dönebilirsiniz. Ama birde
kiraya veren eğer bunu düşünüp hüküm koyduysa fesih hakkından vazgeçmiştir diye
bu hüküm de geçersizdir fesih edebilirsiniz. Yani ne olursa olsun sağlık
açısından tehlike varsa aksine anlaşma dahi olsa siz sözleşmeyi
bozabilirsiniz.]
2. saat
Kanunda mucir yazıyor yani kiraya
veren yazıyor ama o aslında müstecir olması lazım yani kiracı olması lazımdır.
Mesela ben size evimi kiraya verdim ve bu evin kolonları çatlamış. Ne yapmışım
onu ben sıva yapmışım bir de boya size vermişim. Burada da yine satım
sözleşmesine paralel düşünmek lazımdır. Kanun söylemiyor ama gizli ayıp olabilir,
açık ayıp olabilir. Bu açık ayıp ama ben gizli ayıp haline getirmişim. Ben ne
yapmışım? Kolon çatlaklarının üzerine makyaj yapmışım. Siz bunu zaman içinde
öğrenebilirsiniz ancak. Bu durumda sizin ve sizinle birlikte yaşayanlar veya iş
yeri kiralarında işçilerin sağlığı için ciddi tehlike arz ediyor. Bina çökecek
yahu. Bu durumda bir kere sözleşmeden dönme sözleşmeyi fesih hakkından feragat
etmiş olsanız bile fesih edebilirsiniz. Keza bu çatlakları hiç kapatmadım siz
bilerek girdiniz. Yine daha sonra yine sözleşmeyi fesih edebilirsiniz.
Şimdi ikinci borcu neydi
arkadaşlar; sözleşme süresinde kullanmaya elverişli durumda bulundurma borcu. Peki,
bu borca aykırılıkta ne olur? à Bunu 250. madde düzenlemiştir. Burada da yine aynen
başlangıçtaki ayıplı teslim gibi iki hak var. Fesih ve bedel indirimidir.
Yalnız 249’dan farklı olarak burada fesih için bir mehil tayini zorunluluğu
getirmiştir kanun koyucu. Yani mehil tayin edeceksiniz kardeşim bu ayıbı gider
diye. Tabi uygun bir mehil olacaktır. O mehil içinde gidermezse sözleşmeyi
feshedebileceksiniz. Ama bedelden indirim için mehil tayinine gerek yoktur.
Bazıları başlangıçtaki ayıplı teslim hali içinde eğer sözleşmeyi
feshedeceksiniz mehil tayini gerekir diyorlar. Bazı yazarlar böyle diyor. Benim
kanaatimce bu görüşte isabet yoktur çünkü birbirini takip eden iki madde büyük
bir ihtimalle de aynı oturumda yapılmış ve kararlaştırılmıştır. Dolayısıyla
kanun koyucu bunu bilerek yapmıştır. Dolayısıyla birinde mehil tayinini unuttu
demek mümkün değildir. Ama bu konu tartışmalıdır.
Şimdi ikinci fark 249 ile 250
arasında; 250’de yani ayıpsız bulundurma borcuna aykırılıkta, kiralayan
kendisinin bir kusuru olmadığını ispat edemezse tazminat ile mükelleftir. Yani
kusur halinde kiraya veren tazminat ödeyecektir bir zarar doğmuşsa bu ayıplı
hale gelme sebebiyle bir zarar doğmuşsa yani. Hâlbuki başlangıçtaki ayıp için
bir tazminat ön görülmemiş 249’da ama bu sefer bana göre de 249 için dahi
kusuru varsa tazminatın istenebileceğini kabul etmek lazımdır. Yani her ikisi
içinde kusur varsa kiraya veren tazminat ödeyecektir.
Acaba bu hüküm; 250’nin son hükmü
ve 249’a da kıyasen uygulamak istediğimiz hüküm, genel prensiplere uygun mu? à
Konuya ilişkin genel prensiplere uygun mudur? Yani kusur ispatı ile ilgili
genel prensibe uygun mudur? à Hocam iki tane genel prensip var. Biri haksız fiilde
kusur ispatı biri de sözleşmeye aykırılıkta kusur ispatı. Haksız fiilde kusur
iddia eden kişi ispat edecektir. Yani haksız fiil olduğunu iddia eden kişi ama
sözleşmeye aykırılıkta ise gereği gibi ifa yapamayan taraf kusurlu sayılır o
taraf kusurlu olmadığını iddia etmelidir. Burada sözleşmesel bir ilişki olduğu
için bu genel prensibe uygundur. Evet, arkadaşınız doğru söyledi. (Öğrenci! bir kez daha taraftarın gönlünü mükemmel bir golle fethetti.) Burada
kiraya veren sözleşmeye aykırı davranıyor. O halde burada sözleşmeye aykırılık
sonucunda bir zarar doğmuşsa ona karşı dava açılmışsa kusursuzluğu kim
ispatlayacak? à
Davalı kendi kusursuzluğunu ispat edecektir. Yani burada da aynı konumdadır genel
prensiplere uygundur.
Buraya kadar öğrendik ama
problemler var o problemleri çözmemiz lazım.
BK 258. maddeyi açın. Kiracının
borçlarına gelmedik daha ama bu maddeye muhtacız şu anda. Bakın ne diyor;
kiralanın mükellefiyeti ve vergileri kiralayana aittir.
Madde 258 – Mecurun mükellefiyeti ve vergileri
mucire aittir.
Mecurun alelade kullanılması için muktazi tathir ve ıslah masrafı müstecire ve
tamir mucire aittir. Bu hususta mahalli âdete bakılır.
Şimdi tathir sözünü açıklayın:
Tathir temizlemek demektir. Demek ki 258. madde kuralı koyuyor. Yani
mükellefiyet ve vergiler kiraya verene aitmiş. Vergiyi biliyorsunuz
mükellefiyet de bazı mükellefiyet getirilmiş olabilir mal sahipleri için onlar
kiralayana aittir. Ama alelade kullanması için gerekli temizlik ve iyileştirme
giderleri kiracıya aittir. Ama çok önemli pahalı işler değil. Alelade,
kullanılmak için olan temizlik giderleri kiracıya aittir. Yani kiracı kendi
cebinden yapmak zorundadır. Ama aksine adet yoksa aksine sözleşme yoksa bu
böyledir. Şimdi bunu niye gördük? à Şunun için gördük:
diyoruz ya başta ayıpsız teslim var ve sözleşmenin devamı boyunca da sözleşmeye
uygun sözleşmesel amaca uygun bulundurma borcu var. Canım şimdi bana evinizi
kiraya verdiniz sözleşme devam ediyor. Elektrik düğmesi bozuldu, kiraya verene
uygun durumda bulundurmak zorundasın şunu tamir et diyemem. Neden? à
Eğer sözleşmede aksine hüküm yoksa adette aksini söylemiyorsa günlük bir takım
işler kiracıya aittir. Ampul patladı diye ampulü değiştirtemezsiniz. İşte kanun
kiracıya aittir. Bir temizlik şirketiyle kat malikleri kurulu anlaşıp karar
verdi ve anlaşma yapıldı. Binanın merdivenleri haftada iki gün temizlenecek. Bu
kime aittir? à
Kiracıya aittir eğer çok lüks bir şirket değilse. Şimdi o halde bakmak lazım
şimdi, bir kere 258. maddeye giren bir bozulma mı var yoksa bunun dışında kalan
bir bozulma mı var? à Eğer buraya giren bir bozulma varsa ne böyle ayıp
oluştu diye sözleşmeyi feshedebilirsiniz ne bedel indirim isteyebilirsiniz.
Çünkü 258 bunu size yıkıyor. Demek ki 249 ve 250’yi 258 ile birlikte mütalaa
etmeniz lazımdır. Eğer sözleşmede aksine hüküm varsa zaten mutlaka o sözleşme
hükümlerine bakmak lazımdır.
Bazen çok önemli bir takım
bozulmalar söz konusu olabilir kira süresince. Mesela çatı katındaki bir daire…
Kiraya verilmiş size kiremitler bozuldu ve şarıl şarıl su akıyor. Burası kat
mülkiyetli bir yer. İlk aklınıza yönetici geldi. Dediniz ki bu çatı ortak yer
ve buradan başımıza su akıyor. Eşyalarımı su bastı sinirlerim bozuldu her taraf
kabardı. Şimdi yaptır burayı dediniz. Yönetici hadi dedi ben uğraşamam dedi.
Kat malikleri para vermiyor dedi para yok dedi kasada. Git dedi ev sahibine
söyle dedi. Sizde geldiniz bana söylediniz. Valla işinize geliyorsa oturun
gelmiyorsa kanun size iki tane hak tanımış bir bedel indirimi diğeri sözleşmeyi
bozabilirsiniz dedim. İstiyorsan sözleşmeyi boz. Şimdi ne yapacaksınız. Beni mi
döveceksiniz yoksa yöneticiyi mi döveceksiniz? à Yönetici yaptırmıyor
ortak yer burası. Ben yaptırmıyorum. Kanun size diyor ki valla bozabilirsin.
İyi de kışın kıyametin altında sizin fesih hakkınız var. E fesih ettiniz
gittiniz. Yani bu sizi ödüllendirmek değil sizi cezalandırmak olur. Ne uygun ev
bulabilirsiniz. Bir yığın nakliye masrafı. Bütün ilişkileriniz düğümlenmiş.
Yani bu sizin için bir yıkım olacaktır. Yani bedel indirimi deseniz 500 değil
300 lira dedi hâkim. Başınıza yağacak mı bu. Bunu çözümleyin. Görüyorsunuz,
böyle bir soru sorsam size kira hükümlerin bakarak hiçbir cevap bulamazsınız.
Şimdi kanunun kira hükümleri hiçbir çözüm getirmiyor. Hemen ne yapacaksınız? à
Geçen seneki bilgilerine başvuracaksınız. Böyle bir durumda sizin yapmanız
gerekli olan şudur. Eğer paranız varsa bu çatıyı yaptırırsınız fatura da alır
sonra da rücu edersiniz ama bu rücu hangi esasa dayanır? à
Vekâletsiz iş görmeye dayanır. Yalnız burada vekâletsiz iş görme hükümlerinin
uygulanması çok fazla uygun olmayabilir. Harcadığınız parayı alamayabilirsiniz.
Çünkü zorunlu bir takım masraflar size ödenir. Normal şartlarda ödemeniz
gereken size ödenir ama bir acemilik yapmışsanız fazla para ödemişseniz size
ödenir. Yani sizin için karşınızdakinin mal varlığına kattığınız değer oranında
para ödenir ve buda sizi her zaman tatmin etmeyebilir. Çünkü vekâletsiz iş
görmenin temeli sebepsiz zenginleşmedir. Ne kadar zenginleştiyseniz o kadar
verilir. Sizin kaybınız çok fazla önemli değildir. Oysa sizin bir şey daha
yapmanız lazım. Burada bir yapma borcu vardır ve BK 97. maddeye göre buna göre
hâkimden izin alarak onun yerine yapabilirsiniz diyor Öğrenci!. Eğer yapma
borcu yerine gelmiyor yapmıyorsa izin ver ben onun yerine yapayım diye. Hâkimin
tayin ettiği limit içersinde yaptığı masrafları rücu ile o zaman rahatça
alabilirsiniz. Vekâletsiz iş görmeden çok daha avantajlı duruma gelirsiniz.
Yani evvela gidip 97. maddeye göre hâkimden izin isteyeceksiniz. Hâkim kardeşim
şu kadar para harcayabilirsin. Faturasını da al rücu edebilirsin diye izin
verecek. Sonra gidip rücu davası açacaksınız. Birinci çözüm bu.
Burada da şöyle bir problem var.
Şimdi siz bunu yaptırdınız. Elinizde fatura 3 bin lira harcadınız. 3 bin lira
da hâkimin çizdiği sınırlar içerisinde kaldı. Şimdi siz bu 3 bin lira için
malike rücu davası açarsanız şöyle bir hukuki sıkıntı ile karşılaşırsınız. Kat
mülkiyetine tabi bir yer olduğuna göre çatı ortak yer olduğuna göre, çatı da
benim bir malik olarak arsa payım oranında bir mülkiyet hakkı vardır. Ve
diğerlerinin de arsa payı oranında bir mülkiyet hakkı vardır. Sen sadece gene vekâletsiz
iş görmeye dayanır ama 97. madde fazla paraları da alabilmeniz sağlar. Ya da 97
maddeye hiç gitmeden yapmış olabilirsiniz. Siz sadece benim işimi görmüyorsunuz
ki bütün kat maliklerinin işini görüyorsunuz. Ve bütün kat maliklerinin vekâletsiz
vekili gibisiniz. Dolayısıyla herkese kendi arsa payı oranında rücu etmek zorundasınız.
Bir başka deyişe rücu davası ile tamamını benden alamazsınız. Şöyle denebilir;
tamamını ben kendi kiralayanımdan alırım o da gitsin arsa payı oranında fazla
ödediğin diğerlerine rücu etsin. Fakat bu savunma rağbet görmez çünkü hakikaten
katın tamamı benim olsa eyvallah. Onun tamamı benim değil ki benim 1/10 hakkım
varsa o kadarını benden alman lazım. Bitmedi kat irtifaklı olabilir burada. Kat
irtifaklıysa da şöyle düşünmek lazım. Kat irtifakı müşterek mülkiyet temeline
dayalıdır. Kat irtifakına sahip olan kimse temelde müşterek mülkiyet hissesine
sahiptir. Çatı da (kat irtifakında ortak yer kavramı yok ama öyle düşünmek
lazım. Temeldeki arsaya müştereken maliksek bütünleyici parça kuralına göre
onun üzerindeki bina da bizim müşterek mülkiyetimizdedir o yüzden çatı da
müşterek mülkiyete tabidir. Son tahlilde kat irtifaklı yerlerde de çatıda
müşterek mülkiyet hissemiz vardır. Ve benim hissem ne kadarsa o oranda rücu
edilecektir.) Bir başka şey söz konusu olabilir. İştirak halinde mülkiyet söz
konusu olabilir. Yani o bina 5 kardeşe babalarından kalmış olabilir. Burada el
birliği mülkiyeti vardır. Burada nasıl düşünmek lazım? à Burada da her birine
hissesi oranında değil de, bütün iştirak halindeki maliklere dava etmek
lazımdır. Çünkü davacı ve davalı olmak bakımından da el birliği esastır. Demek
ki el birliğiyle mülkiyet varsa kiracı rücu davasını bütün maliklere karşı
yöneltmelidir ve onların müteselsilen sorumluluğu vardır. Yani bu tahlilleri
yapmadan doğru sonuca varmanız mümkün değildir. Demek ki burada bir parça
mülkiyet hakkı, bir parça kat mülkiyetini bir parça kat irtifakını görmüş
olduk. Kirayla bunların ne alakası var diyemezsiniz. Örneğimizde çatı yani
ortak alan olduğu için böyle oldu. Yani sadece kiralayana aitse bunlara
girmenize gerek yoktur. Ama sınavda hangi kurguyla geldiğime dikkat etmeniz
gerekiyor. Kira hukuku bakımından bakarsanız bu sonuca varırsınız. Kardeşim sen
buranın kiraya vereni değil misin? Sözleşme süresince de uygun bulundurmak
zorunda değil misin? O halde sen bunu ödersin istersen sen diğerlerin rücu et.
Kira hukuku bakımından böyle bakabilirsiniz. Ama meseleye eşya hukuku girdiği
zaman meseleye böyle bakmanız uygun olmaz. Vekâletsiz iş görmede ne kadar iş
gördüyseniz o kadar para isteyebilirsiniz. Çatı onun değil ki hepsini
isteyesiniz. Onun için 1/10 oranında iş görmüşünüzdür. Yani bu iki branşı
değerlendirince bu sonuca varacaksınız. Böyle bir soru sorulursa siz bu en son
söylediğimi söyleyeceksiniz Kira hukuk bakımından ve eşya hukuku bakımından
diye…
06 Aralık 2010
Kirayı
görüyorduk. Ayıplı teslim ve ayıplı bulundurma konusunu işliyorduk.
Aslında
arkadaşlar, ayıbı hem başlangıçtaki ayıp için geçerlidir ve sonradan oluşan
ayıp için geçerlidir. Ama sonradan ortaya çıkan ve sonradan oluşan ayıbı
karıştırmayın. Çünkü sonradan ortaya çıkanda başlangıçta da vardır ayıp. Bu
ayıpları 3’e ayırmak lazımdır. Çok ufak ayıplar vardır. Bunlar 258. Maddeye
giren ayıplardır. Bunları kiracı cebinden gidermek zorundadır. İkincisi biraz
daha ciddi ayıplardır. Bunları da kiracı yine giderebilir ama kiralayan adına
gidermek zorundadır. 3. İse çok daha büyük ayıplardır ve bu tür ayıpları hâkimden
izin almadan yapamaz.
258.
maddeyi tekrar okudur. Minnacık ayıplar 258den kaynaklanıyor. Orta şekerli
ayıplardır bunlar. Mesela bak kardeşim pencerenin camı kırıldı gel yap diyor.
Şimdi bu ihbar üzerinde zamanında yapılmazsa, kiracı kiralayan adına yapabilir.
251/2’den kaynaklanıyor bu.
Daha
büyük ayıplar içinse madde 96’ya göre hâkimden izin alarak yaptırması gerekir
bunu.
Şimdi bir
başka mesele şudur: Bakın ben sizin evinizde kiracıyım. Memurum İstanbul’da ev
tuttum oturuyorum. Tayinim çıktı Erzurum’a. Bir senelik kira sözleşmesi
yapmıştık, 6 ay oturdum sonra 6lık kira sözleşmesini benden isteyebilir mi
kiralayan. Kanuna göre isteyebilir. Benim oturmadığım halde isteyebilir. Kanun
isteyebilir diyor. Madde 252’ye bakın. Demek ki ben, ister otur ister oturma
emrine hazır kullanmaya elverişli durumda olduğunu kanıtlarsam ister mücbir
sebeple git ister keyfine göre git kalan 6 aylık kirayı ödemek zorundasın
diyor. Fakat Yargıtay ise şöyle diyor: Böyle olmaz. Sen bilirkişi tayin
edeceksin. Ve bilirkişi normal şartlarda, normal bir kira bedeliyle ne kadar
süre içinde kiracı bulabilir kiralayan, işte ancak o sürenin kirasını
isteyebilir. Yoksa nasıl olsa benim 6 aylık kiramı verip yan gelip yatmak olmaz
diyor. Dürüstçe davranış yasağına aykırıdır diyor. Ve Yargıtay böylece kanunu
değiştiriyor. Dikkat edin Yargıtay kanunu değiştiriyor. BU konuda müstakardır
Yargıtay. Bizim birà(istikrarlı
demektir. ) Bununla ne yapıyor Yargıtay?
Senelik kira sözleşmemiz var mı, 6 ay gitti mi ve kiralayan 2 ayda
kiracı bulabilir mi evet diyor. Yani bu durumda geri kalan 6 ay değil 2 aylık
kira bedelini ödemelidir diyor. Şimdi Yargıtay kısaca 8 ay sonra kira
sözleşmesi sona erer diyor. Yani 1 yıllık kira sözleşmesini tarafların
iradesinin aksine 8 ay olarak yapıyor. Yani tarafların iradesine müdahale
ediyor. Kanunun bile yapmadığı bir şeyi yapıyor. Yargıtay’ın bu kararının elle
tutulur yanı yoktur ama uygulama böyle yapıyor.
Kanun
böyle diyor ama şunu da söylüyor. Şimdi ben bu evin boş kalmasından bir takım
yararlar sağladıysam onların bedelini kira bedelinden düşmeme gerekir. Mesela
elektrik filan kiralayana yüklendiyse bunu kiradan mahsup etmeye mecburdur.
Kanunun düzenlemesini ve Yargıtay’ın düzenlemesi de budur.
252.
madde haklı sebeplerle sözleşmenin bozulması ise saklıdır diyor. Bununla 264.
Maddeye atıf yapıyor. 264. Madde de haklı sebeple sözleşmenin feshini
düzenliyor. 252. Hâlbuki bir fesih değildir. Yani sadece kendinden kaynaklanan
bir sebeple kullanmama vardır.
Şimdi
haklı sebeple fesih örneklerini bulmaya çalışalım. Mesela kiracının karısı ya
da kocası o evde intihar etmiş. Kendini asmış. Şimdi kiracı eş evin hangi
köşesine gitse bu manzarayı gözünün önüne geldiğini hissediyor. Ya da kiraya
verenin oğlu kiracının kızını dağa kaçırmış. Ya da kiraya verenin oğlu kiracıyı
bıçaklamıştır. Bunlardan daha haklı ne sebep olabilir. Haklı sebeple fesihte
kanun ödenecek tazminat 6 aylık kira bedelinden az olamaz diyor kalan süre 1
sene veya daha fazla ise. Şimdi haklı sebeple fesihte bile böyle bir durum
öngörmüşken kanun 252’de ise Yargıtay’ın böyle bir tutumu tamamen yanlıştır.
Yani yanlıştır ama katmerli yanlış olmaması için en azından 6 aydan daha az bir
tazminat olmaması gerekir demesi gerekirdi Yargıtay’ın diyoruz.
Şimdi
kiralayın borçlarını görüyorduk ya artık 1–2 şey sonra kiracıya geleceğiz.
Birisi şudur. 253. Madde; 3. Kişinin bir hakkı olabilir kiralanan üzerinde yani
kardeşim çık benim burada benim intifa hakkım var diyebilir. Yani zapta
benzeyen bir durum varsa, ayni hak şahsi haktan üstün olduğu için çıkmak
zorunda kaldı kiracı… Kiracının bu durumda ihbarda bulunması lazımdır. İşte
kiralayan bunun üzerine davaya müdahil olacaktır. Asli müdahildir bu. Ve davaya
devam edecektir. Ama her halde kiracı bundan zarar görmüşse onu tazmin
edecektir. Yani kiralayanın ayıba ve zapta karşı tekeffül borcu vardır.
254.
madde; şimdi hatırlayın. Satım sözleşmesinde zapt var diyebilmek için ne
lazımdı? 3. Kişinin hakkının sözleşme yapılana kadar olması gerekirdi ama eğer
daha sonra olursa borca aykırılık vardır diyorduk. Kirada da aynısı vardır.
Şimdi 254’te ise kira sözleşmesi yapıldıktan sonra 3. Kişinin bu ayni hakkı
oluşmuşsa zapt yoktur. Yani 254. Madde şunu öngörmüştür. Ben size kiraya verdim
evimi daha sonra başkasına Radyoàsattım. Ev olabilir bu peki radyo da mümkün müdür? Sizdeyken ben bir başkasına bu radyoyu
satamaz mıyım? Satarım peki nasıl malik kılarım. Tabi ki de zilyetliğin
havalesi yoluyla olur bu.
Sizi
gelip bir adam çıkarırsa ben sözleşmeye uygun davranmamış olacağım. Yani 3.
Kişi gelip sizden bunu alırsa. Yine sözleşmeye aykırılık hükümlerine göre
zararı talep edebilirsiniz.
Şimdi
Kiracı yeni malike der ki; arkadaş gelà254. Madde ne diyor? Müsaade et şunu kullanayım. Eğer müsaade
ederse kira akdi seninle kiracı arasında kurulmuş olur ve eski malikle sona
erer. Eğer bunu kabul etmezse, ben yeni malike gittim şimdi sana geldim senin
bana borcun olan şeyi yap yani git bir şekilde bana kullandır kiralananı derim.
Eğer yapamıyorsan tazminat öde diyebilirim. BU kanunun taşınırlar için
öngördüğü düzendir.
2.
Saat
254. Kira konusu nesnenin gayrimenkulàmaddeye
devam edelim. 2. Fıkra olması halinde ilginç bir düzenleme getirmiş. Şimdi
gayrimenkul kiralarında demek ki bakacaksınız. Şimdi bugün satın aldı adam.
Geriye 2 ay kaldı. Bu süre içinde sözleşme bitecek. Dikkat ederseniz daha evvel
feshe müsaittir. Şimdi bunu sonra konuşacağız ama BK. 262. Maddesi diyor ki,
ilk üç aylık sürede feshi ihbar ederseniz sözleşme ilk altı ayın sonunda sona
erer diyor. Yani feshetmek istiyorsanız ilk 3 ayın sonuna kadar ihbar etmeniz
gerekiyor diyor. Yani belirsiz süreli kira sözleşmeleri için geçerlidir. Kira
sözleşmesi ya belirli ya belirsiz süreli yapılır. Belirli sürelinin nasıl sona
erdiğini gördük. Peki, belirsiz süreliler için nasıl bitecek. İşte bunu BK 262
düzenliyor. Bunu sonra tekrar anlatacağız. 254. Madde ne diyor Yani yeni malik
en fazla altı ay katlanmak zorundadıràbakın? Gayrimenkul kiralarında kiracıya. Feshi ihbar
etmezse; artık sözleşmeye uymak zorunda kalır. Yalnız dikkat edin 262. Maddeyi adapte
ederek buraya uyguluyoruz. Mesela başlangıcını sözleşme tarihi değil satış
tarihi olarak algılayacağız ilk 3 ayı ve 6 ayı. Yani yeni malik bu süreler
içinde fesih etmezse, sözleşmeyi kabul etmiş sayılır. Yani bu durumda sözleşme
uzamış ve yeni malik sözleşmenin tarafı olmuş olur. Gayrimenkuller için bu
böyledir.
Gayrimenkullerin
kira sözleşmesi devam ederken satılmasında kanunen alacağın temliki ve de
borcun nakli vardır. Çünkü kira bedeli alacağı yeni malike ve kiralananı
kullandırma borcu da yeni malike veriliyor. Aynı zamanda tam tersleri de
geçerlidir.
Şimdi
şunu karıştırmayalım. 262. Madde belirsiz süreli kira sözleşmeleri içindir. Ama
254 buraya atıf yapıyor ama 254’e göre hem belirli hem de belirsiz süreli kira
sözleşmeleri için geçerlidir.
Şimdi
yukarıdakileri anlamayanlar için topluca bir anlatım yapacağız. Belirsiz süreli bir kira sözleşmesià262’deki
mevzu nedir? Var. Ve mefruş olmayan yani
dayalı döşeli olmayan gayrimenkul kiralarında sözleşmeyi sona erdirmek
istiyoruz. Bunun için ilk üç ay içinde ihbar ederseniz 6 aylık süre içinde
fesih edilerek 6. Ayın sonunda bitmiş olur. Eğer beklerseniz bu 6 aylık
dönemler devam eder.
Şimdi 254. Maddeye göreyse atıf yaptığı için 254. Madde
262’ye burada 262’deki sözleşmenin yapıldığı anı satışın yapıldığı an olarak
değiştirip uygulayacağız. Ama burada 254. Maddenin atıf yapmasının sebebi ise
yeni malikin bu sözleşmeye katlanmamak için ne zaman fesih ve ihbar yapması
lazım onun için bu atıf yapılmıştır. Böylece bu kadar…
12.12.2011
Geçtiğimiz derste kiracının
borçlarından devam ediyorduk. Mevcut BK 254. Maddeye bakalım.
“ 2. Satım ile kiranın infisahı
254.- Kiranın akdinden
sonra, kiralanan, kiralayan tarafından ahare temlik yahut icraen takibat veya
iflas tarikiyle kendisinden nezedildiği takdirde; kiracı kiralananın ahiren
maliki olan üçüncü şahıstan ancak kabulü şartı ile kiranın devamını ve
kiralayandan akdi icra yahut tazminat ita etmesini isteyebilir.
Bununla
beraber kiralanan şey bir gayrimenkul olduğu takdirde, akit daha evvel feshe
müsait olmadıkça kanunen ihbar caiz olan miada kadar üçüncü şahıs, kiraya
riayet etmekle mükellef tutulur ve feshi ihbar etmediği takdirde akdi kabul
etmiş addolunur.
Ammenin
menfaati için istimlaka dair olan hususi hükümler mahfuzdur.”
*6570 sy. Kanun mevcut BK m254’e
nasıl yöneliyor?
6570 sy. Kn. Belediye Teşkilatı
olan yerlerde kullanılır. Yeni BK bu kanunu da içine alarak ılga ediyor. Bu
kanun Belediye Teşkilatı içerisinde olmasa dahi iskele, liman ve
istasyonlardaki taşınmazlarda da, burada yaşayanların haklarını korumak amacı
ile uygulanır. Yeni BK ile bu durum da ortadan kalkacak çünkü 6570 sy. Kn.’u
içine alacağı için her yerde kullanılacak. Mevcut sistemde 6570’in kullanılması
için söz konusu taşınmazın üstü kapalı (musakkaf) olmalı ve kiraya konu
olabilmelidir.
*Peki 6570 sy. Kn, mevcut BK
m.254’tekine benzer bir şekilde kira konusunun daha sonradan el değiştirmesi
ile ilgili nasıl bir düzenleme getiriyor?
Kira konusu gayrimenkul, kira
ilişkisi devam ederken bir başkası tarafından MK veya BK (satım, bağış, miras,
mülkiyeti el değiştiren tüm şeyler) hükümlerine göre iktisab edilmiş ise; kira
konusunu yeni iktisab eden, iktisab tarihinden itibaren 1 ay içerisinde ihbar
çekmelidir. Eğer ihtar çektiyse iktisab tarihinden 6 ay sonra da dava
açabilecek konuma gelir (BURAYA DİKKAT: 6 ay içerisinde açmak zorunda değil,
iktisab tarihinden sonra 6 ay geçmeden dava açamaz, dava açabilmek için 6 ay
geçmesini beklemelidir!). Bu davayı açabilmek için yeni malikin “samimi bir
şekilde ihtiyacı olması” aranır. Bu samimi ihtiyaç konut ya da işyeri ihtiyacı olabilir.
Yargıtay’a göre 6 ay süre
geçmesinden sonra da 1 ay içerisinde dava açılmalıdır. Bu noktada kanunda bir
süre öngörülmemiştir ama Yargıtay içtihadlarında İcra İflas Kanunundan kıyasen
1 ay içerisinde açılmalı denmiştir.
*SORU: B ile C arasında kira ilişkisi vardır. A, gayrimenkulü B’den
satın alıyor. Satın alma anında B-C kira sözleşmesinin 2 ayı kalmış. A 1 aylık
ihbar süresini kaçırıyor. 2 ay sonunda dava açabilir mi yoksa 6 ayı beklemek
zorunda mıdır?
CEVAP: 6570 sy. Kn. Genel hükümlerine göre, kira sözleşmesi
bitiminden itibaren 1 ay içerisinde dava açılabilir. Yani burada birkaç ihtimal
var. Bu ihtimallerin tümü de ihtiyaç sebebiyle dava açma içindir.
-
Kira sözleşmesinin 6 aydan az ömrü kaldıysa: İhbar
yapmadan kira sözleşmesi bitiminden itibaren 1 ay içerisinde dava açılabilir.
-
Kira sözleşmesinin 6 aydan fazla ömrü kalmış ama yeni
malik 1 aylık ihbar süreisini kaçırmışsa: Kira sözleşmesinin bitmesini
bekleyecek, kira sözleşmesi bitiminden itibaren 1 ay içerisinde dava açacaktır.
-
Kira sözleşmesinin 6 aydan fazla ömrü kaldıysa ve 1 ay
içerisinde de ihbar yapıldıysa: Bu takdirde iktisab tarihinden itibaren 6 ay
geçtikten sonra 1 ay içerisinde dava açabilecektir.
-
Kira sözleşmesinin 6 aydan az ömrü kaldıysa ve 1 ay
içerisinde ihbar yapıldıysa: Pratik bir sonucu yoktur. Yine kira sözleşmesi
bitiminden itibaren 1 ay içerisinde dava açabilir.
*Sadece Hoca’nın
takıldığı, yeni BK’da da değinilmeyen bir problem: MK’ya göre iktisab
edildiğinde 1 ay içerisinde ihtar, iktisab tarihinden 6 ay geçtikten sonra 1 ay
içerisinde de dava açılabilir diyoruz. Diyelim ki miras yoluyla bana babamdan
ev kaldı. Babamın ölümünden itibaren 1 ay içerisinde ihbar çekebilirim, babamın
ölüm tarihinden 6 ay geçtikten sonra da 1 ay içerisinde dava açabilirim. Kira
sözleşmesinde ne kadar süre kaldığı önemli değil. 6570 sy. Kn. için kiracıyı
koruyan, daha sosyal olması amaçlanan bir kanun diyoruz.
Mirasla, miras bırakan öldükten
sonra miras bırakanın tüm borç ve haklarına mirasçının malik olması gerekmez
mi? Gerekir. Babam 1 yıllık kira sözleşmesi yapıp 4. Ayında ölse, ben 5. Ayın
sonunda ihbar yapıp 10. Ayın sonunda dava açabiliyorum. Mahkeme beni haklı
bulursa kiracının tahliyesine karar veriyor. 1 yıllık sözleşmenin 2 ayı boşa
gitmedi mi? Hani nerede kiracıyı koruyan sosyal kanun? à Diyor Sayın Hoca’mız.
*Bir başka problem: Mevcut BK 254
(YBK 310) başlığında “satım kirayı bozar” diyor İsviçre Kanunundan bir çeviri ile.
Ama içeriğinde daha geniş yollar tanınmış. Üçüncü kişinin mülkiyeti kazanması
hususunda mevcut BK temlik, YBK edinme, 6570 sy Kn iktisab diyor. Hoca soruyor;
“mülkiyeti geçirmeyen fakat kullanma ve yararlanma bakımından mülkiyet hakkı
ile aynı etkileri taşıyan intifa hakkı gibi biir hak tanınmış ise bir üçüncü
kişiye, o zaman ne olacak?
Cevap: YBK’ya göre kıyasen
mülkiyete dair hükümler kullanılır. (YBK m.311)
*Bir başka problem: Mevcut BK
m.255 kira sözleşmesinin tapuya şerhinden bahsediyor. MK m.1009 vd. da şerhi
açıklıyor. Kira sözleşmesinden doğan haklar şerh ile güçlenir.
Örneğin; A ile B kira sözleşmesi
yapıyorlar ve tapuya 5 yıllığına şerh ettiriyorlar. Daha sonra A, kira konusunu
C’ye satıyor. C acil ihtiyaç öne sürmek suretiyle 6570 sy Kn’a dayanarak
tahliye isteyebilir mi?
CEVAP: Bu konu yakın zamana kadar
tartışmalıydı. Bir görüş şerhe rağmen tahliye istenebileceğini, çünkü 6570’in
sonraki ve özel kanun olduğunu, MK ve BK’nin önceki ve genel kanunlar olduğunu
söylüyordu. Karşıt düşünce ise MK ve BK’nın asli kanunlar olduğunu savunarak
istenemeyeceğini iddia ediyordu. Daha sonra MK’nın değişmesi (MK m.1009 şerhi
öngörüyor) ve değişen MK’nın 6570 sy Kn’dan sonra yürürlülüğe girmesi sonucu bu
gerekçeler yok oldu. MK hem sonraki, hem de asli kanun olarak geçerli. YBK’nın
da yürürlülüğe girmesiyle (YBK da şerhi öngörüyor) bu tartışma tamamen bitecek.
Yani, yeni malik şerh süresince kiracıyı çıkaramaz.
ÖZET OLARAK; 6570 sy Kn’a göre ihtiyaç sebebiyle tahliye davası
açma genel kuralı kira sözleşmesinin bitiminden itibaren 1 ay içerisinde
açılmasıdır.
Kira konusu, kira sözleşmesi
devam ederken el değiştirirse 6570’e göre mülk kazanıldıktan sonra 1 ay
içerisinde ihbar, kazanımdan 6 ay geçtikten sonra 1 ay içerisinde dava açılır.
Bu durumun ancak kira sözleşmesinde 6 aydan uzun bir süre kalmışsa pratik bir
sonucu olur.
Yeni malik 1 ay içerisinde ihbarı
kaçırırsa da kira sözleşmesinin bitiminden itibaren 1 ay içerisinde dava
açabilir. Kira sözleşmesinin kalan zamanının 6 aydan fazla ya da az olması bir değişiklik yaratmaz.
BÖYLECE KİRALAYANIN HAK VE
BORÇLARINI BİTİRMİŞ OLDUK.
KİRACININ HAK VE BORÇLARI
Mevcut BK m.256/1 özenli kullanma yükümlülüğünü açıklıyor. “Özenle,
ihtimamla, kendi malı gibi kullanma, malın özüne zarar vermeme” olarak
özetlenebilir. Kullanmanın doğal sonucu olan yıpranmalar haricindeki
yıpranmalar kiracının borca aykırı davranışlarını belirler. Kiracının aynı
binada oturan diğer kişilere karşı da sorumlulukları vardır ve bu da özenli
kullanma içerisinde değerlendirilir.
Yargıtay, kanunda açıkça yazılı
olmasa da özenli kullanma kavramının içeriğinde yalnızca fiziksel özensiz
kullanımın değil, yaşanılan yerin şöhretine zarar verme gibi manevi unsurların
da girdiğine karar vermiştir. Doktrin de aynı görüştedir. Örneğin mesken olarak
kiraladığım yeri genelev olarak kullanmış isem, kira sözleşmesinin bitiminden
sonra dahi o yerin şöhretine zararım devam eder.
Mevcut BK m.256/2 özensiz kullanım sonucu olabilecek iki ihtimale
değiniyor.
1)Özensiz kullanım var ise
kiralayan önce ihtar çekecek, uyaracak; sonrasında kiracı davranışlarını
değiştirmiyor ise fesih yoluna gidebilir.
2)Açıktan açığa maddi ya da
manevi bir kötü kullanım var ise kiralayan ihtara dahi gerek duymadan direkt
fesih isteyebilir.


Feshini dava edebilmek Davasız
anında feshedebilmek
Yargıtay, evi hor kullanarak
yangına sebebiyet vermeyi de bu madde içerisinde sayıyor.
ÖRNEK: Elektrik düğmesinden
kıvılcım çıkıyor. Yeni düğme takmak adi onarım ve mevcut BK m.258’e göre adi
onarımlar kiracının görevi. Diyelim ki kiracı yeni düğme takmadı ve yangın
çıktı. Bu durum işte mevcut BK m.256/2 kapsamına girer.
ÖRNEK: Çocuk mumla oynarken evi
yaktı. Bu durum da mevcut BK m.256/2 kapsamına girmektedir.
*Ufak
tamiratlar – Kiracının cebinden
*Orta
dereceli tamiratlar – Harcadığı para kendisi lehine olmak üzere kiracı cebinden
*Büyük
tamiratlar – Yargıçtan izin alarak kiracı yapabilir
Mevcut BK m.256/son diyor ki; kiracının zamanında haber vermemesi
sonucu daha ciddi hale gelen tamiratlar, sıkıntı yaratma / zarar verme oranını
yükseltiyorlarsa kiracının sorumluluğuna girerler.
ÖRNEK: Kira konusunun elektrik ve
su aboneliği kiralayan adına. Kiracı bunları ödemiyor. Kiralayanın avukatı
kiracıya mevcut BK m.256’ya dayanarak başvurabilir mi?
CEVAP: Hayır, burada kiracının
sözleşmeden doğan borcuna aykırı davranışı var fakat kira konusuna maddi ya da
manevi bir zarar vermiyor. Bu durum genel hükümlerde borca aykırılığa ilişkin
hükümlere gitmelidir.
Kiracının bir diğer borcu da kira
sözleşmesinden doğan para borcunu ödemektir.
*Konut ve çatılı işyerlerine dair
kira 6570 sy Kn’da,
*Diğer kira konusu yerler mevcut
BK m.256 vd.
Bunun yanı sıra mevcut BK m.256
kiralayanın fesih hakkını gösterir. Burada belirtilen fesih hakkı, üstte
saydığımız iki tip kira konusuna da uygulanabilir niteliktedir. Yani
kiralayanın 6570’e dayanarak fesih hakkının doğacağı durumlar dışında mevcut BK
m.256’ya dayanarak da 6570’e tabi yerler için dahi tahliye davası açma olanağı
doğmaktadır.
ÖRNEK: Kira ödeme yeri, zamanı ve
kira bedeli tespiti konularını ilk sözleşme yapılırken belli kriterlere uyarak
mı belirlemeliyiz? Mesela 6570’e göre kira sözleşmesi bitiminde 1 yıl süreyle
aynı şartlar ile uzuyor. İlk sözleşmede kira bedeli için 500 TL demişsek hep
500 TL mi kalacak?
CEVAP: Yargıtay bu durum için
Kira Tespit davası diye bir dava uydurdu. Bu kullanılıyor.
13.12.2011
Şimdi sözleşme serbestesi
olduğuna göre kira bedelini istediğimiz gibi belirleyebiliriz.
Bir kere kira ilişkisi
başladıktan sonra kira bedelinin artışı bakımından veya eksilmesi bakımından
iki kanunu birbirinden ayırmak lazımdır. BK ile 6570 sayılı kanunu ayırmak
lazımdır. BK’da bu konuda bir düzenleme yoktur. Yani bir senelik kira
sözleşmesi yaptık aylık 5000 liradan. Bir sene bitti o kirayı ödedi ben aldım
ve çık buradan demedim. BU böyle devam ediyor. BK’nın 263. Maddesine göre
hukuki durum şöyledir. Artık zımnen
sözleşme yenilenmiş sayılır. Yeni süre ise belirsiz süre için yenilenmiş
sayılır. Ama bu yeni dönemde de kira bedelinin ne olacağı hakkında kanun hiçbir
açıklama getirmemiştir. Yani hiçbir itirazı kayıt koymuyorsam ben yeni kira
bedeli de 5000 liradır. Ama belki de bu doğaldır çünkü belirsiz süre için
yenilenmiş sayılır dediği için. Belirsiz süreli sözleşmeleri sona erdirmek
kolaydır. BK 263’deki 3 altı aylık süreleri biliyorsunuz. O zaman en fazla 6
aylık bir süre vardır. Yani tahammül edilebilir. Ama 6570 sayılı kanunun 11.
Maddesi her defasında bir sene uzar diyor. Eğer kiracı 15 gün önceden yazılı
ihbarda bulunmamışsa kira sözleşmesi 1 yıl 1 yıl uzar gider. Kanun diyor ki
aynı şartlarla bir yıl uzar diyor. En
önemli şart ise kira bedelidir. O halde kira bedeli de aynı olacaktır. AYM 2.
Ve 3. Maddeyi iptal etti. Ortada bir boşluk oluştu. Yargıtay dedi ki bu olmaz.
Burada büyük bir adaletsizlik söz konusudur.
Boşluk var burada. Bundan sonra da birden fazla İBK verdi. Bunların
ayrıntılarına girmeyeceğim. Çeşitli ihtimalleri değerlendirdi. Ama sizi esas
ilgilendiren şudur. Dedi ki, yeni dönem için kiraya veren kira bedelinin
tespiti davası açabilir dedi. Aslında adı tespit davası ama bu bildiğimiz bir
tespit davası değildir. (yani usuldeki bildiğimiz tespit davası değildir. Yani
bir hukuki ilişkinin varlığının veya yokluğunun tespitini istemiyoruz.) Yeni
dönem kira parasını sen tespit et diyoruz hâkime. Yargıtay’ın icadı olan nevi
şahsına münhasır bir tespit çeşididir bu. Yeni dönem için kira tespitini ister
kiraya veren. Madem biz dedik ki
istediğimiz yükseklikte bedel tayin edebiliriz dedik. Adam dedi ki ben 1000
lira istiyorum işine gelirse dedi. Bende ev bulamadım kabul ettim. Gittiniz el
sıkıştınız artık mızıkçılık yapamazsınız.
Pacta sund servanda yani ahde vefa borcunuz var. Yargıtay diyor ki,
tarafların istememesine rağmen 1 sene uzuyor. 15 gün içinde halledebiliyor ama
onu kaçırışa uzuyor. Böyle olunca Yargıtay dedi ki, kiracı da yeni dönem için
kira bedelinin düşürülmesi için tespit davası açabilir. Mesela 5 senelik kira
sözleşmesi yapsak. 5 sene 1000 lira ödemesi için değil bu dava. Ama beş sene
sonunda 1 sene uzarsa bunun için tespit davası açılıyor. Ama tatbikatta 2. Çok
az rastlanır. Hayat hiç ucuzlamadığı içindir bu. Yani Yargıtay iki tarafa da bu silahı verdi
yani.
Şimdi devam edelim. Yargıtay
kademe kademe buraya getirmiştir konuyu. Kiraya veren kira bedelinin arttırılması
için kira tespit davası açacak ya. Bir kere kiracı en geç 15 gün evvel
kiralayanın eline geçecek şekilde fesih beyanında bulunup feshedebilir ya her
zaman hiçbir sebep göstermeden. Bunu sadece kiracı yapabilir. Kiraya veren
yapamaz bunu. (burada pozitif ayrımcılık vardır) Madem böyle bir hakkı var, sen
eğer yeni dönem kirasının arttırma yoluna gideceksen bunu kiracıya ihbar
etmelisin. Öyle bir zaman evvel eline geçsin ki bu ihbar kiracı da birkaç gün
düşünüp bu 15 günlük fesih hakkını kullanabilsin diyor Yargıtay. Yani sen adama
ben böyle bir kira bedelinin tespit davasını açacağım demen lazımdır. Onun için
diyor Yargıtay, siz kiraya verenler olarak 25–30 gün civarında (yani uygun bir
süre önce) ihbar edin diyor. Yani bak kardeşim ben tespit davası açacağım ben
bu 500 liraya razı değilim diyecek. Posta süresi düşünme süresini filan da
düşünün ona göre daha önceden ihbar yapılması gerekiyordur. Yani o hakkını
kullanılması imkânı tanımak için uygun bir zaman önce ihbar şartı aramış
Yargıtay. Ama mutlaka 15 güne bir yol, imkân verecektir.
Yargıtay gene şunu söylüyor; kira
kontratlarının hemen hemen hepsinde şöyle hükümler var. Yeni dönem kira parası
TEFE TÜFE'ye göre arttırılacak. Ya da %15 oranında arttırılacak diye bir yığın
hükümler vardır. Bu hükümlere intibak hükümleri denir. Ya da uyarlama hükümleri
diyebilirsiniz. Şimdi bu intibak hükümleri varsa kira sözleşmelerinde diyor
Yargıtay, ihbara gerek yoktur diyor. Yani yeni dönem kira tespiti davası için
bu hükümler varsa ihbara gerek yoktur diyor. Niye? à Çünkü adam yeni dönem
kira parasının sabit kalmayacağını biliyor. İşte bu hükümler ihbarın yerini
tutar diyor.
Sözleşmede bu intibak hükmü varsa
Yargıtay ihbar etmiştir diyordu. Arkadaşımız diyor ki zaten böyle hüküm varsa
niye tespit davası açılsın ki diyor? à Yargıtay şu cevabı
veriyor. Ben bunu kanun gereği uzayan ilk dönem için geçerli sayarım ondan
sonrası için yine kira tespit davası açılması lazımdır. (Mantığı belki de
şudur, gene kiracıyı korumak için bunu yapıyordur. 6570 sayılı kanun kiracıyı
korumak için getirildi tereddüt halinde yorum öyle yapılmalıdır diyoruz. Yani
ona göre yorum yapılması gerekiyor. Kiracı o kontratı imzalamak zorundadır. Bu
eşit olmayan durumdan dolayı böyle diyor. Hiç kabul etmesek bu hükme Yargıtay
iradeye fazla girmiş oluruz diyor. Ve sadece ilk sene için geçerli ondan sonra
gene tespit davası gereklidir diyor.)
Şimdi dedik ya hüküm var ve ilk
yıl için dava açılamaz. O oranda artacaktır. Peki, ikinci yıl için kiraya veren
daha fazla oran isteyecekse ihbara gerek var mıdır? à Hayır yoktur. Yine ihbar olmadan isteyebilir tespit
davasında daha fazla oranda. Ama dikkat
edin pacta sund servanda'ya göre ilk yıl kiraya veren dava açamaz unutmayın.
İkinci yıl için açınca da ihbara gerek kalmadan açar çünkü sözleşmede hüküm
vardır.
Kira tespiti konusunda kanunlarda
hüküm yoktur. Bu tamamen Yargıtay’ın oluşturduğu hukuktur.
Kiracının da açabileceğini
söylemiştik ya. Buna kiranın tenzili davası diyoruz. Ama kiraya verenden farklı
olarak kiracı intibak hükmü olsun olmasın daha evvelden ihbar yükü yoktur.
Zaten o fesih edemiyor çünkü ne diye onun için ihbar gereksin.
Yargıtay bir şey daha söylüyor;
acaba kontratta artırış hükmü yok, kiraya veren zamanında bu ihbarda bulunmadı
ve bir şekilde kira tespit davasını açtı. Yargıtay diyor ki, eyvallah açtın da
senin bu tespit davası yeni dönem sonu yani bundan sonraki dönem için hüküm
ifade eder diyor. Çünkü senin bu dava dilekçen ihbar yerini tutar diyor. Mesela
bir senelik sözleşme yaptık. Hiç intibak hükmü yok. Bir sene daha uzayacak ya.
Ben normalde 20–25 gün önceden ihbarda bulunmalıyım. Ben bunu yapmadım tam
sürenin sonunda kira tespit davası açtım ya da yeni dönem başladı o zaman açtım
yani kısaca süreyi kaçırdım açtım. BU durumda senin davan reddedilmez diyor.
Ama ne var ki senin istediğin e hâkimin takdir edeceği bedel ondan sonra
uzayacak olan dönem için hüküm geçerli olur diyor. Çünkü senin dava dilekçen
ihbar yerine geçer diyor. Bu durumda belki de bir sene önceden ihbar etmiş
sayılırsın. Ama ihbar sayılır demiyoruz dikkat edin. İhbar yerine de geçer
diyoruz. Yani bir daha dava açmasına gerek yok hüküm o zamandan itibaren sonuç
doğurmaya başlıyor. Yani yeni dönemden itibaren.
Öğrenci!’ın mantığı sonucu
çıkan bir şey var size bir ipucu olarak. Şimdi siz kiracının fesih etme hakkı
olan 15 gün öncesinden dava açarsanız adam fesih ederek sizin davanızın konusuz
kalmasına sebep olabilir. O yüzden mantıken bu riskten kaçmak için daha
sonradan dava açarsanız daha mantıklı olur.
2. Saat
Diyelim ki kira tespit davası
açıldı yine 500 lira üzerinden gidildi hâkim 600 liraya çıkardı. Arada 100 lira
fark var. Ben bu günden itibaren istedim arttırmayı. Ama hâkim 1,5 sene sonra
karar verdi. Ben bu 1,5 yıllık fark alacağını isteyebileceğim. Acaba bu fark
alacağına temerrüt faizi alabilir miyim? à Bu konuda Yargıtay çok
çelişkili kararlar verdi. Ama bana göre bu karar kesinleşince artık
kesinleşmeden itibaren temerrüt oluşmuş sayılmalı ve o tarihten sonra bu fark
alacağını hala ödememişse faiz alabilmeliyim. Ama bu konuda çok çeşitli fikirler
hem doktrinde hem Yargıtay içtihatlarında.
Bu 6570 sayılı kanunun kiraya
veren için saydığı haklı sebeple fesih vardı ya. Onlardan biri iki tane haklı
ihtardır. Bunu niye söyledik sonra göreceğiz aslında. Şimdi benim bu fark
alacağım var ya. Bu fark alacaklarını bana ödememişse temerrüt faizini
kesinleşmesinden itibaren isteyebilirim. İşte bu 1,5 senelik fark alacağım
sadece 1 tane ihtara temel teşkil edebilir. Çünkü bu bir defada ödenmesi
gereken para gibi düşünülmesi lazımdır. Efendim ben 12 ay ödemedi ben iki bölüp
iki ihtar çekerim ondan sonra süre sonunda tahliye isteyemem. Bunu vakti
gelince bir daha konuşuruz. Ama bu kısaca bir tane haklı ihtar çekilmiş olur.
Yani iki tane oluşmuş olmaz.
Yalnız konuyu kapatmadan bir şey
daha anlatmak lazımdır. Bir de Yargıtay’ın icat ettiği uyarlama davası vardır.
Kira tespiti ile uyarlama davasını birbirine karıştırılmaması lazımdır. Bunlar
çoğu kez birbirine karıştırılır. Uygulamada da avukatlar karıştırılıyor.
Uyarlama şudur. Diyelim ki 8 senelik bir kira sözleşmesi vardır. Bu sekiz sene
boyunca kira tespit davası açamazsınız. Niye? à Çünkü ahde vefa
borcunuz var. Yani sen imzalamışsın artık o bedel üzerinde mızıkçılık yapamazsınız.
Yalnız Yargıtay diyor ki, bu şu şartlar oluşursa böyle değildir. Gene tespit
davası açamazsın ama uyarlama davası açabilirsin diyor. Şartlar şunlar. 1- Uzun süreli bir kira sözleşme olması
lazımdır. 2- Tarafların sözleşme yapılırken öngöremeyeceği bir takım şartlar
olmalı ve bunlar olağanüstü şartlar olmalı. Ve işlem temelinin çökmüş olması
lazımdır. İşlem temelinin çökmesi ise o şartlar dâhilinde sözleşmeye tahammül
edilemez hale gelmesi lazımdır. Yani bu sözleşmeye tahammül edilemeyecek hale
gelmesi MK 2 çerçevesinde olmalıdır. 3-
Kira tespiti davasının süresinin yakınlaşmış olmaması lazımdır. 4- kira
sözleşmesi yapıldıktan sonra da belirli bir zamanın geçmiş olması lazımdır.
Yani dün yaptın hemen bugün bu dava açılamaz diyor. İşte bütün bu şartlar
oluşunca uyarlama davası açılabilir. Ve bu 8 senelik süre için istenmesi olur.
Ama işte başlangıca ve sona çok yakın olmayacak ve süre uzun süre olacak ve
olağan üstü şartlar olup şartlar değişmiş olacaktır.
Olağanüstü şart nedir mesela? à
Kira sözleşmesi yapılırken dolar 10 liraydı. Sonra dolar bir anda 200 lira
oldu. Yani enflasyondaki aşırı dalgalanmalar. Yükselmelere. Savaş gibi haller
önceden öngörülemeyen hallerdir. Böylece işlem temeli çökmüş olur. Bu durumda hâkim
sözleşmeye müdahale edebilir diyor. Aslında bunu Yargıtay değil bizlerde
diyoruz doktrinde. Entrevizyon teorisi var geçen sene gördünüz. Sonuçta işlem
temeli çökmüşse pacta sund servenda'nın yerini alır bu teori O zaman sözleşmeye
uymak zorunluluğu aranmaz. Bu bütün sözleşmelerde geçerlidir. Ama Yargıtay bütün kapıları kapatmıştır ve
sadece kira sözleşmesinde kendi şartlarında kabul ediyordu.
Eskiden peynir ekmek gibi kabul
ediyordu Yargıtay bu uyarlama davasını. Ama artık sonradan dedi ki Türkiye’de
enflasyon artık olağanüstü hal değildir. Herkesin bunun çok olduğundan dolayı
öngörmüş olması lazımdır diyor. Doktrinde her ne kadar bu hallerin olağan üstü
olması gerekmiyor diyor ama Yargıtay sadece olağan üstü hal olması gerektiğini
diyor. Ama sonuç olarak işlem temelinin çökmesini arıyor.
Uyarlama budur. Ama bunun yerine
bazıları tespit davası açılıyor bunun yerine ve reddediliyor çünkü bu tespit
davası yeni uzayan dönem içindir. Ama uyarlamayı da uzayan dönem için
açamazsınız. Hepsinin ayrı zamanı vardır bunu bilmeniz lazımdır.
Yargıtay medeni kanunun 1, 2, 4.
Maddesine dayandırıyor uyarlamayı. Ben Yargıtay’ı şöyle eleştiriyordum. Kanunda
boşluk vardır diyor. 1. Madde boşlukla ilgili 4’de ise hâkimin takdir yetkisi
ve 2. Madde dürüstlük kuralıyla ilgilidir. Ama kanunda boşluk yoktur aslında.
Çünkü eser sözleşmesi bakımından 365/2’de bir hüküm vardır. Götürü usulü yapılmış bir eser sözleşmesinde
eğer müteahhit mesela 1000 liraya yapmayı kabul etti ama her şey o kadar arttı
ki 1000 liraya yaparsa adam çok zarar edecek. Bu durumda kanun koyucu bile
isyan etmiş demi ş ki eğer böyle olursa uyarlama olabilir demiştir. Yani
yapılması son derece zorlaşacak ya da imkânsız kılacak bu durumu. Bu durumda müteahhit
hâkime başvurabilir. Hâkim ya sözleşmeyi fesheder ya da parayı yeniden
belirler. Yani işlem temelinin çökmesiyle ilgili olarak genel hüküm yoktur. Ama
böyle serpiştirilmiş hükümler vardır. Yani boşluk yoktur. Bu durumda ise
kıyasen uygulanmalıdır. Ama daha benzer bir hüküm hâsılat kirasında vardır.
Yani bu hükümlerin kıyasen uygulanması varken boşluk var demek çok doğru
değildir.
Şimdi kira tespiti ve onun
komşusu uyarlamayı gördükten sonra… Şimdi bunu niye gördük kiracının
borçlarından kira parasını ödeme borcu bakımından gördük. (kiracının borçları
nelerdi? Kiralananı özenle kullanma borcu, kira parasını ödeme borcu…) Kira
parasını ödemede başka söylenecek şeylerde vardır. Ve çok önemli bir konudur.
Ödemezse başına neler gelecektir onları göreceğiz.
19 Aralık 2011
Kiracının borçlarını görüyorduk.
Kira konusunu özenle kullanma borcunu gördük. Kira parasını ödeme borcunu
görüyoruz. En son kiralamayı gördük ve sanırım en son oralarda kaldık.
Bir kere tespit davası; şimdi
kural şu hem uyarlamada hem tespit de, siz dava dilekçenizde hangi tarihten
itibaren isteyeceğinizi belirtmeniz lazımdır. Peki, bu dediğini geçerli mi? à
şimdi ikiye ayırarak cevaplayalım. Eğer sözleşmede bedel artışına ait hüküm yoksa
yeni dönem tespit davası için ihtarda bulunmak gerekiyordu. Şimdi bu ihtarı
gönderirseniz yeni dönem başından itibaren kira tespiti istemeniz mümkündür.
Eğer ihtar çekmediyseniz hangi tarihten geçerli olduğunu söyleyin ya da
söylemeyin bir sonraki dönem başından itibaren isteyebilir. Ama eğer sözleşmede
intibak hükümleri varsa (kanun gereği uzayan ilk yıl için geçerlidir sadece bu
ondan sonraki yıllar için kira tespit davası açmak gerekiyor) ihbara gerek
olmaksızın gelecek dönemden itibaren istenebilir. Ve ondan sonraki hiçbir dönem
için ihbara gerek yoktur. Uyarlama için de şöyle söylenebilir. Uyarlama
biliyorsunuz kira süresinin içinde geriye kalan dönem için kira bedelinin
uyarlanması istenir. Geriye kalan sürenin kirasının uyarlanması içindir. Dava
tarihinden itibaren aylık kiranın şu kadar olmasını istiyorum demeniz
yeterlidir. Şimdi yeni dönem tespit davasında ileriye doğru yani aslında
ikisinde de ileriye doğru ama yeni dönem tespit davasında eğer sözleşmede
intibak hükümleri yoksa ve de ihtar yoksa taa ondan sonraki dönem için
istenebilir. Yani daha da ileriden itibarendir bu.
Şimdi ihtara gerek olmaması için
intibak hükümlerinin yeterince uyarıyor olması gerekiyor bu artışın olması
için.
Şimdi uyarlamada Yargıtay bu yolu
kendisi açtı. Bu konuda özellikle son yıllarda çok çekingen davranıyor
Yargıtay. Yargıtay diyor ki ben sadece kira parasını uyarlarım diyor.
Sözleşmenin feshine hüküm vermiyor. Hâkim asla böyle bir müdahale de bulunamaz
diyor. Yargıtay o kadar ileri gidiyor ki, dolar bazını TL’ye dönüştüremezsin
diyor. Sen sadece dolar üzerinden bir uyarlama yaparsın diyor. Yani bu kadar
dikkat ediyor ve fesih filan hiç bunları kabul etmiyor. Cemre diyor ki 365/2’yi
kıyasen uygularız dedik orada fesihten de bahsediyor. Ama Yargıtay böyle
demiyor kanunda boşluk var deyip kendisi dolduruyor dedik. Ayrıca Yargıtay kira
bedeli dışındaki hiçbir hükmü de uyarlamıyor. (normalde teorik olarak işlem
temelinin çöktüğü her hükme hâkim müdahale edebilir. Ama Yargıtay bunu kabul
etmiyor işte)
Şimdi tespitte Yargıtay’ın nelere
dikkat ettiğini bir parça görelim. Çünkü Yargıtay bu konuda o kadar değişik
kararlar vermiştir ki yakalamak mümkün değildir adeta. Ezberlemek de bana göre
gereksizdir. En son ne diyor onu görmek lazımdır. Bir de bundan önce
dediklerine kuş bakışı bakmak lazımdır. Şimdi çok zikzaklar yaptı. Mesela bir
dönem dedi ki, ben hakkaniyete bakarım dedi. Hâkim bilirkişi tayin etmeli ve bilirkişi
de emsal kiralara bakmalı filan dedi. Yani hakkaniyete göre bir bedel tayin
etmesi lazım dedi bilirkişinin. Daha sonra dedi ki, emlak vergi beyannamesine
bakılır dedi. Bazı dönemler dedi ki, 3 sene hak ve nispete gidersin sonra
hükümleri uygularsın sonra yine 3 sene hak ve nispete dönersin dedi. Ecevit
döneminde özel bir kanun çıkıt vs… Bugün Yargıtay şunu söylüyor: ilk defa kira
tespit davası açılınca bilirkişi hak ve nispet yani hakkaniyete göre kira
bedeli belirler. Bu hak ve nispet nasıl tecil eder? à İşte ana arterlere
yakın olup olmadığına, değerine, emsal kiralara filan bakarak bir bedel belirler.
Ondan sonraki şeyler için 3 sene boyunca indeksi (tüketici fiyat endeksini)
uygular. Ondan sonra yine bir sene hak ve nispete göre belirler ondan sonra 3
sene boyunca yine indeksi uygular. Böyle devam eder. Sınavda Yargıtay’ın tavrı
nedir diye sormam sınavda. Yani böyle bir şey sormam sınavda.
Şimdi, yeni kanun bakımından
tekrar değineceğiz.
Bir başka borca geldik. Tamirata
lüzum hâsıl olursa. Bir yer akıyor kokuyor, hemen kiralayana ihbar borcu var
eğer ihbar etmezse zarardan sorumlu olur diyor kanun. Ama ihbar etmezse başka
bir şey olur mu? à
Olur, hemen ben söyleyeyim. Ya bir tamirat gerekiyor ya da 3 kişi gel çık diyor
benim intifa hakkım var diyor. Eğer ihbar yapmazsa zarardan sorumlu olur diyor.
Başka bir yaptırımı yok mu? à Var aslında, 249 ve 250. maddelerini… Maddesi ile
birlikte anlatmıştım. Şimdi size demiştim ya bazıları için kiralayana ihbar
eder yaptırmazsa kendisi yapar ondan sonra bedel indirimi, feshi de
isteyebilirdin demiştik. Şimdi eğer bu ihbarı yapmazsan sen bu bedel indirimi
ve fesih hakkını da kaybedersin diyoruz. Yani ek olarak bu var.
Kira bedeli ne zaman ödenecektir?
Şimdi sözleşmede hüküm yoksa kanun devreye girer yani yedek hukuk kurallarıdır
bu. Sözleşmede hüküm yoksa yerel adetlere bakmak lazımdır. Onlarda da hüküm yoksa
kira 6 aylık veya senelik ise her altı ayın bitiminde ve daha az müddetli ise
her ayın bitiminde diyor. Yani kiracı oturduktan sonra ödeyecek diyor. Ama
bütün kira sözleşmelerinde kiranın peşin ödeneceği yazıyor. Ama eğer hüküm
yoksa yukarıdaki şeyler geçerlidir. à Bunun fazla tatbiki
bir önemi yok çünkü kira sözleşmelerinde kiranın ödenme zamanı belirtilir.
Yargıtay diyor ki; kontratta her ay peşin ibaresi varsa, ben bundan şunu
anlarım diyor. Ayın ilk 3 günü mesai saati bitimine kadar ödenirse ben bunu
zamanında ödenmiş sayarım diyor. Eğer 4. güne kalırsa geçirmiş olur diyor. Bunu
nereden çıkarıyor? à Bilmiyorum. Şimdi eğer her ayın 1’inde diyorsa o
zaman 1’inde ödemezse geç kalınmış olur. Şu halde buradan şu mesajı almak
lazımdır. Siz eğer ayın 1inde ödenmesini istiyorsanız her ay peşin demek sizi
kurtarmaz ayrıca 1’inde diye belirtmek lazımdır.
Sözleşmede aksine hüküm yoksa
veya mahalli adet yoksa kira bedeli nasıl borçlardandır? à
Bu borç para borcudur. Yani götürülecek borçlardandır. Ya götürüp ayağına
vereceksin ya da konutta ödemeli göndereceksin PTT yoluyla. Yoksa diğer
havaleler ile verirsen o zaman geçmiş olursun. Konutta ödemelide de sen
verdiğin anda değil memur ne zaman götürürse o zaman borcu ödemiş olursun
diyor. Ama tam bu nokta da Yargıtay diyor ki, konutta ödemeli yatırdığı zaman
parayı PTT’ye götürdüğü anda ben o anda ödemiş sayarım diyor. Doktrindeki bütün
yazarlar bunu eleştiriyor. Ama Yargıtay kiracı lehine yorum yaparak bu sonuca
varıyor.
2. Saat
Şimdi konutta ödemli yatırırsanız
ne anlama gelir Yargıtay ne anlama getiriyor bunları da öğrendik.
Banka havalesinde à
Falanca bankanın falanca şubesi demiştir. Siz ise Bakırköy şubesine yatırdınız
ne olur? à
Şimdi bu tartışılmıştır. Yargıtay olur diyor. Yargıtay’a göre Bakırköy şubesine
yatırmışsanız Kadıköy şubesine yatırmış gibi olursunuz diyor. Yeni sistemle
artık cidden bu problemin tartışılmaması gerekir.
Şimdi kayıt dışı ekonomiyi
önlemek için bir hüküm getirildi. 5000 lirayı geçen parayı bankadan ödemek
zorundasınız gibi. Ama bu bizi ilgilendirmiyor. Bu vergiyle ilgilidir.
Şimdi kiracının borçlarına göz
atmaya devam ediyoruz. Arkadaşlar bir de kira süresi bitince kiralanan yer veya
şeyi iade borcu var kiracının. İade etmek zorundadır. Nasıl aldıysa öyle iade
edecektir. Genel olarak kullanılabilir bir halde aldığı karinedir. O şekilde
teslim edecektir. Aksini kiracının ispat etmesi lazımdır. Ama tespit ederken
belli bir eskime yıpranma olabilir. İşte normal kullanımın içindeki yıpranmadan
sorumlu değildir. Ama dışındaysa bu durumda sorumlu olur. Bu sınırı hâkim mk
2’ye göre çizer.
Şimdi alt kira caiz midir? à
Ben kiracılık hakkımı başkasına devredebilir miyim? à Bu sorulara BK ve 6570
sayılı kanun başka başka cevaplar vermiştir. YBK’da bir değişiklik yoktur. BK
diyor ki: Kiralayana ve kiralanan şeye zarar vermemek kaydıyla başkasına kiraya
verebilir kiracı ve kirayı devredebilir diyor. Bakın 259. madde bu konuyla
ilgilidir.
(H) MÜSTECİRİN MÜSTECİRİ:
Madde 259 – Müstecir, mucire zarar verecek bir
tebeddülü mucip olmamak şartiyle, mecuru tamamen yahut kısmen ahara icar yahut
icarı bir üçüncü şahsa ferağ edebilir.
İkinci müstecir, birinci müstecire müsaade edilenden başka bir tarzda
kullandığı takdirde; birinci müstecir, bundan dolayı mucire karşı mesul olur.
Mucir, ikinci müsteciri bu hususa riayet ettirmeğe selahiyettardır.
Tebeddül değişiklik demektir.
Demek ki önemli bir değişikliği gerektirmeyecekse alt kiraya verebilir diyor.
Ahar başkası demektir burada. Ferağ etme sözü çok doğru değil burada. Kiracılık
hakkını devir edebilir anlamındadır. Ferağ etmek tapu hukukuyla ilgili bir
kavramdır. Burada kirayı ferağdan kasıt o değildir.
Yani kısaca BK’ya göre aksine bir
hüküm yoksa alt kiraya verebilir ve kiracılık hakkını devredebilirsiniz. Ama
şartları ise, biri sözleşmede aksine hüküm olmaması ve diğeri de kiralanana
zarar verecek bir değişiklik olmayacağı sürecedir.
Ancak 6570 sayılı kanun ise diyor
ki, sözleşmede aksine hüküm yoksa alt kira da yasak kira devride yasaktır.
YBK’da aynı şekilde birleştirmiş ikisini de. Yani iki gruba ayırmıştı zaten
biliyorsunuz. Yeni kanun 6570 sayılı kanunun uğraştığı kiralar konut ve çatılı
iş yeri kiraları bölümü halinde yeni kanuna girdi. İşte bu gruptaki kiralarda
da yasak vardır.
Alt kira nedir? Kiranın devri
nedir? Bunları görmemiz lazımdır. Alt kira şudur; ben size kiraya verdim. Siz
de başkasına kiraya verdim. Burada iki tane kiracı var, iki tane de kiraya
veren vardır. Alt kira budur. Kiranın devri ise şudur; şimdi ben sizin
kiracınızsam kirayı devredersem. Kiracılık hakkını devredersem artık ben sizin
kiracınız olmaktan çıkarım, devrettiğim kimse sizin kiracınız olur. Yani
kiranın devrinde şöyledir. A ve K arasında kira ilişkisi vardır. A kiraya veren
K ise kiracıdır. Kiracı da başkasına kiraya veriyorsa bu alt kira olur. Bu alt
kira değil de kiranın devri olsaydı, yani K, K1’e devretseydi K ortadan çıkmış
olurdu. Bu durumda A ile K1 arasında kira ilişkisi olurdu. Ama sadece kiracılık
hakkı bakımından bu devir mümkündür. Ama A ve K arasındaki kira sözleşmesi
devam eder. Borçlar bakımından devam eder. Ama kiracılık hakları bakımından K
çıkar. Yani pratik olarak manası şudur; K artık burayı kullanamaz. Ama borçlar
bakımından A ile K arasındaki ilişki devam eder. Yani A kira bedelini K1’den değil
K’dan isteyecektir. K’nın tamamen devreden çıkması için borcun nakli gerekir K1
ile A arasında. Yani dış yüklenim yapılmalıdır. Eğer bu sözleşme yapılırsa K
tamamen devreden çıkar. Demek ki kiranın tam anlamıyla devri için, K ile K1
arasında bir sözleşme yapılması yetmez. K1 ile A arasında da borcun dış
yüklenim sözleşmesi yapılması gerekir. Sadece birincisi yapılırsa borçlar
bakımından K devrede durmaya devam eder.
Şimdi sen benim kiracımsın. Sen
Ümit’e dedin ki, ben sana kiracılık haklarımı devredeyim. Bana da hiç
danışmadın. Bu durumda artık ne oluyor? à Sen artık
kullanamazsın burayı. Ve benim karşımda kullanma hakkı sahibi Ümit olacaktır.
Çünkü bu alacağın temlikidir. Burada borçlunun rızası gerekmiyor. Yani benim
rızam gerekmiyor. Ben burada kullandırma borçlusuyum. Benim rızam olmadan sen
bu hakkını başkasına devredebilirsin. Fakat borcun nakli yapılmadığı için. Ben
ümit’i karşımda kira borçlusu olarak görmem ki. Bana sorulmadı ki. Borcun nakli
için alacaklının rızası gerektiği için artık borcun nakli sözleşmesi yapılması
lazımdır. Yoksa halen K’nın borçları devam eder. Ama kiracılık hakları yani
alacaklarını K1’e devrediyor.
Alt kira ve kiranın devri
arasındaki farkı görmüş olduk. Alt kira da K devrede ama kiranın devrinde K
devreden çıkıyor.
Şimdi alt kiraya geçelim. K ile
K1 arasında kira ilişkisi var ya. K, K1’e karşı BK’nın bütün hükümlerini
uygulayabilir. Şimdi A’da K’ya karşı bunları söyleyebilir. Yani K1’in
özensizliğinden K, A’ya karış sorumlu olur. Peki, A doğrudan K1’e gelip
söyleyebilir mi? à
Kanuna göre söyleyebilir. Yani A doğrudan doğruya K1’e ben K’a şöyle dedim diye
K1’e söyleyebilir. Dikkat ederseniz burada alacaklı teselsülü vardır yani K1’e
karşı hem K hem A alacaklıdır. Kanundan doğan alacaklı teselsülü vardır. Aynı
zamanda kanundan doğan borçlu teselsülü de vardır. Yani çünkü hem K borçlu A’ya
hem K1 borçludur. Alt kirada böyle bir durum vardır. A ile K1 arasında bir borç
ilişkisi sözleşmeden doğan bir şekilde yoktur. Ama kanundan doğan bir borç
ilişkisi vardır. Bir zarar oluşunca A hem K’ya hem K1’e gidebilir. Zaten o
zaman da borçlu teselsülü vardır.
6570 sayılı kanuna göre ise alt
kira ve kiranın devri yasaktır.
Kiracının borçları altında
kiralayanın hapis hakkını görmek lazımdır. Şimdi kira bedelini ödemezse ne
olur? Başına neler gelir bunu göreceğiz. Kiralayanın sizin ödemediğiniz kira
için hapis hakkı vardır. Hapis hakkıyla ilgili bu hükümler değişmeden YBK’ya da
geçmiştir. 6570 sayılı kanuna tabi yerlerde de BK hükümleri uygulanıyor. Yani
hapis hakkıyla ilgili hüküm ortak hükümdür.
BK’nın 267. maddesi kiralayanın
hapis hakkı başlığını taşıyor. Ve devamındaki 2 madde bununla ilgilidir. Bunu
da çok iyi öğrenmeniz ve bilmeniz lazımdır. 3 sebebi vardır. BK’ya ve 6570
sayılı kanunda bunlar uygulanıyor. Ve YBK bir değişlik getirmemiştir. Bir de
son derece tekniktir.
20 Aralık 2011
Dün dedik ki, kiraya veren kira alacağı için kiracının
eşyaları üzerinde bir hapis hakkın sahiptir. Bu kira alacağının teminatını
oluşturuyor. Üstelik bu kiralayanın hapis hakkıyla ilgili hükümler ortak
hükümlerdir ve 6570 sayılı kanun için de uygulanacaktır. Yalnız bu hapis
hakkıyla ilgili hükümler biraz teknik ve sıkıcı hükümlerdir.
Bir kere bu hükümlerin uygulanabilmesi için gayrimenkul
kirası olması lazımdır. Taşınmaz kirası olması lazımdır. Taşınır kirasında bu
hükümler uygulanmaz.
İşlemiş 1 senelik işlemekte olan 6 aylık kira bedelleri için
uygulanır. Yani toplam 1,5 senelik kira bedeli için hapis hakkı var. Yani
geçmiş sene ve gelecek 6 ay içindir. Ve kiralanan gayrimenkule getirdiği ve o
gayrimenkulün 3 tane amaç göstermiştir. Yani hapis hakkına konu olacak eşya üç
amaçtan birine girmelidir ki hapis hakkına konu olabilsin. Tefrişat à
Dekore edilmesi, dayanıp döşenmesi demektir. Tefriş edilmesi demektir. Yani
koltuk, kanepe, yatak odası, oturma odası bunlar tefrişata girer. Demek ki
adamın evindeki koltuk takımı üzerinde hapis hakkınız var. Oturma grubu
üzerinde hapis hakkınız vardır. Tezyinatına, süslemek demektir. Duvardaki
tablolar buraya girer. Biblolar buraya girer. Veya o gayrimenkulde intifaı
temine mahsus olan… àYani o gayrimenkulden yararlanma ile ilgili eşyadır.
Buzdolabı, televizyon gibi eşyalar bunlara girer. Bu 3 grup eşyalardan birine
girmesi lazımdır. Bunlar üzerinde hapis hakkınız olabilir. Mesela yastığın
altındaki para bunların hiç birine girmez. Bu 3 gruba girmesi lazımdır.
Bir alt kira söz konusu ise alt kiracının kendi kiralayana
kira borcu nispetinde ilk kiralayanın hapis hakkı vardır. Şimdi Ahmet, Mehmet’e
kiraya verdi. Mehmet’te Hasan’a kiraya verdi. Şimdi Ahmet’in Hasan’ın getirdiği
eşya üzerinde hapis hakkı vardır. Ama şöyle bir sınırlama var bu borç alt
kiracının, kiracının borcunu geçemez. Yani Mehmet’in Ahmet’e borcu vardır ve
Hasan’ın da Mehmet’e kira borcu vardır. Bu durumda Ahmet Hasan’ın eşyaları
üzerinde Hasan’ın Mehmet’e borcu kadar hapis hakkı vardır.
Şimdi haczi caiz olmayan eşyalar üzerinde hapis hakkı
kullanılamaz. İcra ve İflas kanunun haczi caiz olmayan mallar var. Zati eşya
üzerinde haciz olmaz dolayısıyla hapis hakkı da olmaz. Mesela takım elbise
üzerinde haciz olamaz ama 10 tane varsa 2 tanesi bırakılıp gerisi
haczedilebilir. Niye? à Çünkü haciz sonrası yaşamak için ihtiyacınız olanı
kadar geri bırakılmalıdır. Mesela diş fırçanız haciz edilemez. Ama
kulağınızdaki küpe çok değerlidir o haczedilebilir.
Şimdi BK 268. madde. Şimdi kiracının evindeki eşya 3. şahsa
ait olabilir. Yani koltuklar bir başkasından kiralanmış olabilir. Bu koltuklar
çalınmış olabilir. Yani ya 3. Şahsın rızasıyla elinden çıkmıştır ya da rızası
olmadan çıkmıştır. Bunlarda şöyle bir düzenleme var. Şimdi rıza ile çıkan
mallara bakalım. Mesela ariyet sözleşmesi ile almıştır kiracı evindeki
eşyaları. Bu durumda rıza ile elden çıkmış maldır. Diyor ki kanun, eğer bu
kotluk ve tabloların başkasına ait olduğunu kiralayan biliyor veya bilmesi gerekiyorsa
hapis hakkı yoktur. Demek ki ben kiraya veren olarak kiracımın olmadığını
biliyor veya bilmem gerekiyorsa hapis hakkım yoktur. Peki, rıza dışı çıkan
mallarda? à
Onlarda hiç hapis hakkım yoktur. Yani iyi niyetli de olsam hapis hakkım yoktur.
Neden? àÇünkü
rıza dışı çıkmıştır. Şimdi bu düzen tarzı genel prensiplerle bağdaşıyor mu
bağdaşmıyor mu? àBuradaki
genel prensipler eşya hukuku ile ilgili genel prensiplerdir. Hapis hakkı da
ayni haktır ve tam da MK 989’la örtüşüyor. Burada da kanun buna uygun davranmıştır.
Yani iyi niyet varsa ayni hakkı korunuyor. Eğer yoksa korunmuyordu. Yani
uygundur. Peki, rıza dışı elden çıkmışsa yine uyuyor çünkü rıza dışı çıkan
mallar için 989’a göre menkul davası açıp alabilir diyor. Madem 988 burada
uygulanamıyor o zaman halen malikse rıza dışı elden çıkan kişi bu durumda
hiçbir şekilde bir başkası rıza dışı elden çıkan mal için ayni hakkı korunmaz
3. kişinin iyi niyetli olsa bile. İşte bu yüzden uyuşuyor.
Hapis hakkı şuduràbenim hapis hakkım
varsa kiralayan olarak. Ben kira param ödenmezse ben bu malı sattıracağım.
Şimdi 268/3 àEnteresan bir düzen tarzı var. Buraya kadar ki
şeylerde herkes aynı bundan sonrakileri sadece söylüyor.
Mucir, müstecir tarafından getirilen eşyanın ona ait olmadığını icarin devamı
esnasında öğrenip te en yakın vakit için akdin feshini ihbar etmez ise bu
şeyler üzerindeki hapis hakkı sakıt olur.
Yani şöyle rıza ile elden çıkan mallar grubundan bahsetmek
lazım diğerinde zaten hapis hakkı olmaz. Adam ariyet almış koltukları getirmiştir.
Biz ne dedik? à
Kiralayan bu konuda iyi niyetliyse hapis hakkı var dedik. Fakat son fıkra diyor
ki, kiranın devamı sırasında öğrendi. Baktı ki bu adamın bir sürü güzel eşyası
var ben bunlar üzerinde hapis hakkımı kullanırım dedi. Ama bir gün öğrendi
başkasına ait olduğunu dedi. Bu durumda hapis hakkı yoktur normalde. Ama kanun
diyor ki ben sana biraz tolerans tanıyayım en yakın vakit için feshi ihbar et.
Eğer etmezsen hapis hakkın bitiyor. Eğer edersen hapis hakkın devam eder dedik.
Peki, feshi ihbar için ben size 262. madde için bir sürü şey söylemiştim.
Belirsiz süre için feshi ihbar filan vardı hatırlıyorsanız.
Şimdi başlangıcı öğrenme tarihi olarak algılamak lazımdır.
Sonra 3 ay sonra 6 ay diye uygulamak lazımdır. Kira konusu nesnenin özelliğine
göre bu süreleri uygulamak lazımdır. Biz 1. bendi uygulayalım. Eğer 3 aylık
süreyi geçirirse hapis hakkı düşer. 262’de başlangıç tarihini kira
sözleşmesinin başlangıcı diyor. Ondan sonra 3 aylık bir süre veriyor ondan
sonra başlangıçtan itibaren 6 aylık bir süre veriyordu. İlk 3 ayda feshi ihbar
edebilirdi. O zaman 6. ayda kira sözleşmesi sona erer. Ama biz b 262’yi sadece
kendi amacı için uygulamıyoruz. Değişik kanun hükümlerinde en yakın vakit için
feshi ihbardan bahsediyor. Bunun karşılığı sadece 262. hüküm var. O zaman
diyoruz ki, ne zaman öğrendiyse onu başlangıç tarihi olarak alıyoruz. Bu
durumda 3 ay içinde ihbar ederse öğrenmeden itibaren 6 ay içinde sona erer
diyorduk. İşte bunu yaparsak hapis hakkımız devam eder. Ama bundan sonrası daha
da karışık. Doktrinde kimse dokunmamış ben dokunuyorum. Bu ortak hüküm değil
mi? à
ortak hüküm yani 6570’te de uygulanır. 6570 için kiraya verenin özel sebepleri
olmadıkça fesih edemez ki. O zaman 6570 sayılı kanuna tabi kira ilişkisi
olduğunu düşünün. 6570 diyor ki en yakın fesih hakkın diye bir şey yok sadece
kiracının var kiraya verenin yoktur diyor. YBK’da da böyledir bu. Peki, bu adam
ne yapacak? à
Bu adam hapis hakkını kaybedecek. Alın yazısıdır. Eğer 6570 sayılı kanun için
başkasına ait olduğunu biliyorsa eşyaların bu durumda hapis hakkını kaybedecek.
Böyle bir şey çözümsüzlüktür ve biz buna çözüm üretmek zorundayız.
2. Saat
Şimdi dedik ki 6570 sisteminde ne olacak? à
Kanunda bir çözüm yok. Kimse de bir çözüm getirmemiş. Bana göre şöyle
olmalıdır. Kanunun amacı nedir? Senin kira sözleşmesini fesih hakkın varken
fesih etmezsen hapis hakkın düşer.
Şimdi sana en yakın süre için sözleşmeyi fesih imkânı da
tanındı. Sen bu kiracından memnunsun ki fesih etmiyorsun. .Bunun mantığı budur.
O halde aynı mantığı alıp 6570 sayılı yasanın ülkesine getirelim. Ama dikkat
edin sınırdan girerken bazı değişikliklere uğrar. Biz 1926 yılında sınırdan
geçirirken bu Türkleşmiştir. Bazı hükümleri kendimize uydurarak almışız. Bu
kanunun bu hükmünü kendi ülkemize yani 6570 sayılı kanunun ülkesine
getireceğiz. Şöyle değişmesi lazımdır. Sana fesih hakkı tanıyorum. Eğer
kullanmazsan bana ne diyor. Bizde şöyle dememiz lazım. 6570 sayılı kanuna göre
bir fesihle tahliye imkânın doğmuşken bunu kullanmıyorsan hapis hakkın düşer.
Eğer böyle yapmazsak 6570 sayılı kanun için hiç hapis hakkı kullanılamaz. 7.
maddedeki bir sebep varsa fesih edilebilir diyor. Biz o zaman diyeceğiz ki,
6570 sayılı kanuna göre tahliye sebebi doğmuşken tahliye davası açmayan veya
BK’ya göre ve 6570 sayılı kanuna aykırı olmayan durumlarda fesih imkânı varken
fesih etmeyen kimse için hapis hakkının düşmesi lazım. Aksi takdirde 6570
sayılı yasa için adaletsiz bir durum olurdu. İşte bu yüzden sadece bu durumlar
varken fesih imkânı varken ihbar etmezse bitmesi hapis hakkı olmaması gerekir.
Ama bunlar olmazsa hapis hakkı olması lazım.
Peki, 6570 için bir tahliye veya fesih hakkı doğmazsa ne
olur? à
Hapis hakkı vardır kiralayanın, yani devam eder.
Şimdi, en yakın için vakit için fesih ihbar diyor ya BK. Bu
ne demek? à
6570 kanunun ön gördüğü durumlarda fesih ihbar yapmayan kişi için hapis hakkı düşer
demek lazımdır. Peki, hangi süre içinde kullanılması lazımdır bu fesih ve
tahliye hakkı için? à6570 7. madde için Yargıtay 1 ay içinde diyor. O
halde bu süre 1 aydır. BK bakımından da süre yoktur. MK 2 sınırı içinde açması
lazımdır ki hapis hakkı düşmesin. [(Yani en yakın vakit demek 6570 için 7.
maddedeki süreler için Yargıtay 1 ay içinde diyor. Ayrıca 6570’ye aykırı
değilse BK hükümleri için de 6570 kanuna tabi durumlar için kullanıyorduk. Bu
durumda hangi süreyi kullanacağız? à Kanunda süre varsa onu
kullanacaksınız. Ama süresi olmayan durumlar vardır işte onlar için hâkim MK
2’ye göre tayin etmesi lazımdır o makul süreyi. à Son olarak en yakın
sürede feshi ihbar için bir fesih hakkı doğmalıdır ve bu hak içtihatlara göre
ve MK 2’ye göre uygun süre içine de kullanılmalıdır bu hak. İşte bundan
bahsediyoruz.)]
[Ekleme benim tarafımdan à Şimdi 268. maddeye
göre bir hapis hakkımız var. Bunun için sadece rıza ile elden çıkmış ve kiralayan
iyi niyetliyse hapis hakkı vardı eğer mal başkasının malıysa. Ama 3. fıkra dedi
ki bize eğer siz devam ederken bu hapis hakkınıza güvendiniz ve sonradan
öğrendiniz artık kötü niyetlisiniz normalde kullanamazsınız. İşte burada diyor
ki en yakın süre için feshi ihbar edin ki bu hakkınız kötü niyetli olsanız da
devam etsin. İşte bu nedir? à Bk için 262. maddede anlattığımız süreler vs. feshi
ihbardır. Ama 6570’e gelince kiralayanın bu fesih hakkı yoktur. O zaman ne
yapacağız? à
İşte bu durumda başka bir şekilde tahliye davası hakkı doğmuşsa veya 6570’e
aykırı olmayan BK hükümlerinden fesih hakkı doğmuşsa (mesela özenle kullanma
borcu ortak hükümdür) artık burada fesih hakkınız kullanmazsanız düşer hapis
hakkınız. Eğer kullanırsanız ya da fesih hakkınız doğmazsa hapis hakkınız devam
eder. Ama dikkat edin burada artık 262. maddeyi uygulayamayız çünkü kiralayanın
bu hakkı yoktur. Bu durumda hangi süreler uygulanacaktır? à
6570 için Yargıtay 1 ay ama BK hükümleri için ya o hükümde yazan süre ya da
eğer o süre yoksa hâkim makul süreyi belirleyecektir MK 2’ye göre.]
Şimdi 6570 sayılı yasa sisteminde de belirsiz süreli
sözleşme yapamaz mısınız? à Yaparsınız. Peki, 7. madde hep süre sonuna atıf
yapıyor. Sürenin sonunu nasıl bulacağız? à Burada 262. maddeyi
kıyasen uyguluyoruz. Ama bu sadece sürenin sonunu bulmak içindir feshi ihbar
için değildir. O şekilde istifade edeceğiz 262. maddeden. Ama feshi ihbar için
kullanmıyoruz 262. maddeyi sadece sürenin sonunu belirlemek içindir.
26 Aralık 2011
Bu hafta pratik çalışmalarla geçireceğiz. Ama size verdiğim
sözü tutayım. Bu hapis hakkının bitmesi ile ilgili meseleyi anlamadığınızı
söylediniz. Bu hafta biraz bundan bahsedeceğiz. Sonra pratik çalışma yapacağız.
Öğrenci Sorusu üzerine: Ahlaka aykırı şart ve mükellefiyet konusuna
geri döndük. Mükellefiyet şart gibi hukuki işlemin ifade etmesi veya düşmesi
kendisine bağlana bir şey değildir. Mükellefiyet olmadan da sözleşme işlemini
sürdürür. Bu yüzden şart olunca bağışlama geçersiz oluyor. Ama mükellefiyette
böyle değildir.
(Sebepsiz zenginleşmenin türleri, mevcut olmayan sebep,
geçersiz olan sebep, borç olmayan şeyin borçlu zannedilerek ifası, sebebin
sonradan sonra ermesi…)
Şimdi, BK 268/son à Kiralayanın bir hapis
hakkı vardır. Nedir? à Ben evimi size bir kiraya verdim ve sizin o eve
getirdiğiniz bir takım eşyalar var. O eşyalar üzerinde bir takım hapis hakkım
var. O eşya 3 grup eşyadan biri olacaktır. Ya evin süslenmesine, ya
döşenmesine, ya… Olacak. İşte bunlardan biriyse benim hapis hakkım var. Yani
bana kira borcunuz varsa onun teminatını oluşturur. NE zaman için? Ne kadar
için? Geçmiş bir senelik veya gelecek 6 aylık kira borcu için vardır. İşte bu
durumda hapis hakkı ile el koyar ve icra marifetiyle sattırır ve ondan borcumu
alır artan bir şey varsa geri verilir eksikse başka yollardan alırım. Şimdi bu
hapis hakkı kiracının eve getirdiği nesne kiracının malı ise böyledir. Ama eğer
3. şahsın malı ise problemler başlıyor. (1) 3. şahsın elinde rıza ile
çıkmıştır. Bu eşyayı ayrı bir kefeye koymuş kanun hapis hakkı bakımından. (2)
3. şahsın elinden rıza dışı elden çıkmıştır. Bu da ayrı bir kefeye koymuştur.
Birinci tür eşya üzerinde kiralayanın hapis hakkı vardır. Neden? à
Hapis hakkı sınırlı bir ayni haktır. Siz emin sıfatıyla zilyetseniz. O halde
ben de iyi niyetliysem bu ayni hak niteliğindeki hapis hakkını elbette
kazanacağım. Bu çözüm hem 988’
uygun hem de 268’de söyleniyor. 2. kefedeki eşya içinse onlar üzerinde hapis
hakkı yoktur iyi niyetli olsam dahi. Bu çözüm yine 989’a uygundur. Şimdi devam
edelim. 1. kefeye gelelim gene. 3. şahsın elinden rıza ile çıkmıştır. Ben iyi
niyetliyim ben kiracımın malı zannediyorum. Kira ilişkisi böyle sürüp gidiyor.
Benim kira alacağımda üst üste ekleniyor. Ben hapis hakkına güveniyorum. Ben
sonradan öğreniyorum ki bu eşya kiracıma ait değildir. Kanun diyor ki artık
kötü niyetli hale geldin diyor. Aslında 989’u tam izleseydik bunu öğrendiğim
anda bu hakkım düşerdi. Fakat kanun koyucu özel olarak BK’da diyor ki, sana bir
süre daha tanıyayım. Hapis hakkının devamı için diyor. Sen öğrendin ya, en
yakın vakit için kira sözleşmesini fesih edersen hapis hakkın devam eder diyor.
Ama en yakın vakit için kira sözleşmesini feshetmezsen kendi düşen ağlamaz.
Demek ki sen buna razısın diyor. Buraya kadar da tamam. Şimdi en yakın vakit
için kira sözleşmesini ben nasıl fesih ederim. BK’ya tabi kira sözleşmeleri
için sevk edilmiş hükümlerdir bunlar. Bu hükümler yazılırken 6570 sayılı kanun
daha yoktu. O halde kanun koyucu o kanunu düşünmemekte haklıdır. Şimdi nasıl
yaparız? à
262. maddeye göre yapılır. Başka hüküm yoktur bunla ilgilidir. Bu madde
belirsiz süreli kira sözleşmelerin feshi için düzenlenmiştir. Ama kanunun birçok
yerinde bu maddeye atıf yapılmıştır. Birisi de budur. O halde biz 262 burada da
uygulayacağız. Nasıl olacaktır bu? à Şimdi 262’ye göre ilk
3 ay içinde ihbar ederseniz 6. ayda sona erer sözleşme. Bunu uygularken burada
biz ilk başlangıç tarihini öğrenme tarihi olarak algılıyoruz. Ya da kira
sözleşmesi belirsiz süreli olabilir. Zaten ilk üç ay içinde doluyor olabilir. O
zaman da burası için o sürede ihbar edecektir, belirli süreliyse süre 2 ay
sonra doluyorsa biz diyeceğiz ki şu tarihte sözleşme süresi doluyor ona göre
haber vereceğim yani ihbar edeceğim. Ama 6 aydan uzun ya da belirsiz süreliyse
6. ayda sona erdirmek için ilk üç ayda ihbar edeceğim.
Peki, bunu 6570 kanuna nasıl götüreceğiz? à
Doktrinde ve Yargıtay da hiçbir şey yok. 6570 de kiraya veren her istediği
zaman kiraya veremez. Madde 7’deki tahliye sebeplerinden biri varsa tahliye
davası açabilir. O halde ilişki 6570’ye tabiyse nasıl yapacağız. Eğer 7.
maddedeki şeylerden biri gerçekleşirse sen ona dayanarak dava açmazsan senin
hapis hakkın düşer. Bir de şu var. 7. maddedeki tahliye sebeplerinin yanında
hangi imkân vardı? à 6570’e aykırı değilse BK’nın hükümleri vardı. Onların
arasında fesihle ilgili hükümler olabileceği için o hükümler uyarınca fesih
etmen mümkündür. O zaman bu durumda o hükümler uyarınca fesih hakkı doğduğu
sürece makul süre içinde fesih hakkı kullanılmazsa hapis hakkı düşer.
Süre geçmiş en fazla 1 yıl gelecek 6 aydır. Ondan fazla
olanlar için hapis hakkı yoktur. Yani gene alacağın vardır ama hapis hakkı için
teminat yoktur.
Şimdi hocam zaten borcunu ödememesi tahliye sebebi değil mi?
à
Evet öyle. O zaman niye bakıyoruz ki madde 7’deki şeylere? à
Çünkü tahliye sebebi ama onun için 2 tane haklı ihtar yapmış olmanız gerekiyor.
Onu yapmış mı diye bakmak gerekiyor. Yani o kadar basit değil.
Tahliye sebebi doğmadığından sen onu kullanma imkânın
olmadığından bu sebeplerden biri doğmazsa hapis hakkı düşmez. Devam eder.
Şimdi gelelim Orhan’a yazdırdığımıza, şimdi dedik ya EBK’da
6570 yoktu o yüzden çözümü yoktu dedik. Ama yeni kanun biliyor 6570’i, YBK ne
yaptı peki? à
Hiçbir şey yapmadı. Yine hocanın ORJİNAL görüşüne muhtaçtır hukukçular. YBK
yürürlüğe girince de bu görüş geçerli olacaktır.
2. Saat
Pratik Çalışma
(A), İstanbul Florya’da bulunan ve mülkiyeti kendisine ait
olan kat mülkiyetli apartman dairesini (K)’ya kiraya verir. Taraflar arasındaki
anlaşmaya göre, kira parası her ayın ilk günü ve peşin ödenecek ayrıca (A)’nın
evine götürülüp teslim edilecektir. Bayan (C) ile evli olan (K)’nın, (A)’ya ait
daireyi metresi (D) için kiraladığı ve (D) ile birlikte bu dairede yaşamaya
başladığı daha sonra ortaya çıkınca diğer kat malikleri (A)’ya baskı yaparak
(K)’nın tahliyesini istemeye başlarlar. (A) ile (K) arasındaki kira
sözleşmesinde dairenin mesken olarak kullanılacağı yazılı olup, başkaca özel
şart yoktur. Bayan (C) ise yönetici (B)’nin baldızıdır.
Sorular:
1) Kira paralarını 6 aydır, her ayın ilk günü konutta ödemeli olarak postaneye yatıran (K)’ya
karşı, olaydaki baskıdan kurtulmak isteyen (A)’ya tavsiye edeceğiniz bir hukuki
yol var mıdır? Niçin?
2) (A), dairede metresi ile oturduğu için (K)’ya karşı
tahliye davası açabilir mi? Niçin?
3) (A)’nın (K)’ya karşı tahliye davası açmak istememesi
üzerine, diğer kat malikleri olaya göre metres
ile oturma olgusuna dayanarak (K)’nın tahliyesini sağlayabilir mi? Niçin?
Cevaplar:
Bir başka üniversitede sorduğum bir soru bu. 2007’de sormuş
bunu.
1) Yargıtay sözleşmede
evine götürülecektir hükmü olmasa bile yanlış yolda ama götürülecek borç olan
para borcu olduğu için Yargıtay bu maddeyi bir biçimde görmezden geliyor. Yani
konutta ödemeli yatırdığı anda ödenmiş sayılır diyor. Bunlar üstelik sadece
maddeyle yerine getirmemişlerdir. Ama sözleşmeye hüküm koyulmuş bu konuda.
(sözleşme hükmüne esaslı unsur diyebilmek için bu olmazsa sözleşme olmaz
diyebilir miyiz diye bakmamız lazımdır.) Büyük ihtimalle Yargıtay bakımından da
bir problem yoktur bu yüzden. Evine götürmesi lazımdır. O yüzden haklı
ihtarlara muhatap olabilir. Ne var ki sözleşme hükmü değişmiş olması lazımdır.
Sözleşme hükmünün zımnen değiştirilmiş sayılması için hep
aynı uygulamanın belirli bir süre devam etmesi lazımdır. Burada da 6 aydır
(kısa bir zaman değil) hep sözleşmede yazanın aksi yapılmış ve bu kabul
edilmiştir. İşte bu yüzden sözleşmenin o hükmü değiştirilmiştir.
Bu yüzden kiracının bir şey ödememesine dayanarak bir şey
yapamaz diyoruz burada.
2) “Burada dikkat edin sorduğum soruya cevap verin. Yani
başka sebeplerden dolayı tahliye davası açılabilir mi diyorum. Siz başka
tahliye davası açılabilir mi diyoruz.”
Yarın devam ederiz…
27 Aralık 2011
2) (sorunun devamı) Metres hayatı yaşamak ahlaka aykırı
tamam ama orada metresiyle oturduğu için sırf bu sebepten tahliye davası
açılmamalıdır. Özenle kullanma yükümlülüğüne aykırı değildir. Mesela randevu
evi olarak kullansa belki mala zarar vermeyecek ama onun şöhretine leke
sürülecek. O yüzden randevu evi olması özenle kullanma borcuna aykırılık teşkil
eder. O yüzden metresiyle yaşaması özenle kullanma yükümlülüğüne aykırılık
teşkil ettiği söylenemez.
256. maddede feshini talep edebilir diyor. Bazı yazarlar bu
sözden dolayı dava açması gerekiyor diyorlar ama bana göre ve çoğunluğa göre
dava gerekmez. Tek tarafla beyanla sona erdirebilir.
3) Şimdi baldız meselesinin ne gibi bir işlevi vardır? Onu
halen işlemedik. Burada öğrencinin şunu düşünmesi lazımdır. Metres olgusu dışa
yansımadıkça, yani bu ahlaka aykırı yaşayış apartmandaki kat maliklerini rahatsız
etmedikçe sırf metres olgusuna dayanarak tahliyesi istenemez. Ama şöyle bir
metres düşünün, komşu sana çay içmeye geldim diyor. Orada adamla metres
ilişkisi yaşadığını ballandıra ballandıra anlatıyor. Böyle bir kadınsa o metres
hayatı apartmanda yaşayanlara zarar verebilir. Yani randevu evine epey
yaklaşabilir. Ama sırf metres olgusu böyle bir olay teşkil etmez. Şimdi A’nın
eşi C yöneticinin baldızı yani yakın akrabası. Muhtemelen C çılgına dönüyor. Ve
onun yöneticiye anlatıyor. Yönetici o binadaki kat maliklerini organize ediyor.
A’nın kötü bir adam olduğuna dair dolduruşa getiriyor. Böylece bu
apartmandakiler bu sebeple baskı yapıyordur. Yani bu baskının sebebini
araştırmamız gerekiyor. Baldız deyince muhtemelen bu sebeple dolduruşa
getirildiği için diyebilmeniz için söylenmiştir orada. Dolayısıyla A 2. soruda
metres olgusuna dayanarak (rahatsız etmiyor aslında apartmandakileri) 256.
maddeyi oluşturmuyor. 3. soru bakımından da diğer kat malikleriyle kiracı ve
diğer kat malikleri arasında bir ilişki yoktur. Kira hukuku bakımından tahliye
davası açamazlar diyor. Yargıtay da bunu kabul ediyor yine. Yani tahliye
edemezler bu sebepten dolayı diyor. Ama hocaya göre diğer kat malikleri
müdahalenin men’i bakımından bir sebeple tahliye isteyebilirler. Çünkü müdahale
mutlaka topla tüfekle olması gerekmez bu şekilde de olabilir. İşte bu yüzden
müdahalenin men’i ile ilgili olarak tahliye istenebilir. İşte kira hukukundan
değil de eşya hukukundan doğan bir dava ile tahliyeye gidebilirler. Ama
maalesef ne doktrin ne de Yargıtay tarafından bu konulara temas edilmiştir. 3.
sorunun cevabı da budur.
Hocam bu baskının sebebini 2. soruya niye taşıdık? à
Tahliye davası açmayı niye düşünüyor. Baskı sebebiyle. Yani 2. soruda da var 3.
soruda da var.
Hocam Yargıtay nasıl uyguluyor? à Yargıtay işe kat
mülkiyetli binalar bakımından şöyle bakıyor. Kat mülkiyeti kanunun 33. maddesi
var. O diyor ki kat maliklerinden biri diğer malikleri rahatsız ederse. Onlara
zarar verirse diyor o zarar gören kat maliki tahliye isteyebilir diyor. Bu
durumda bir uygun süre verirler ve düzeltmesini isterler. Yani 33. maddeye göre
hâkime başvururlar yerine getirmezse para cezası vardır. Peki, bu çözüm müdür?
Hayır diyor hoca. Çünkü zaten randevu evinden çok para kazanıyor. 33. madde
hâkime müdahale hakkı tanıyor. Ama bunu 18. madde ile birlikte yorumlamak
lazımdır. Her kat maliki diğerlerinin haklarını gözetmek zorundadır. Kiracılar
da bu durumdadır. Bunu ihlal edince 33. maddeyi geniş anlamak lazım para
cezasının yanında bunun önlenmesine de karar vermesi lazımdır. Eğer bu çok
zorlama olarak kabul edilirse, o zaman biz müdahale’nin men’i davası
açabiliriz. Yani illa maddi bir eylem olmak zorunda değildir. Ayrıca bu
şekildeki şeyler olabilir. Mesela ben inek besliyorum, fakat benim o ahırlardan
vs.den kaynaklanan pis kokular komşuları rahatsız ediyor. Bu durumda da
komşuluk hukuku kurallarına göre müdahalenin men’i istenir hocaya göre. Yani
müdahale de bu tarz ilişki olabilir. Ama Yargıtay sadece para cezasını kabul
ediyor.
İşte hocaya göre eğer
hocanın söylediği doza çıkmışsa tahliye davası açabilir. Eğer çıkmamışsa
açamazlar. Bundan sorumlusunuz diyor sayın hocacık. (Dozdan kasıt kadının yosma
olup olmadığının tartışılmasıdır. Yani yatak odasını herkese anlatıp
anlatmamasıdır.)
Olay
(A) çok kıymetli antika kitabını açlığını yatıştırmak için
girdiği büfede unutur. Bunu bulan (B) ise, kitabı eski ve değerli kitaplar
satmakta olan (C)’ye satıp teslim eder. (C)’de söz konusu kitabı eski kitap
meraklısı, (Ü)’ye satar ve teslim eder. Hem (C) hem de (Ü) iyi niyetlidir. Aynı
kitap (Ü) tarafından da gene iyi niyetli (K)’ya satılıp teslim edilir.
Sorular:
1) (A), (K)’ya karşı istihkak davası açarsa, (K)’ya tavsiye
edeceğiniz hukuki tavır ne olmalıdır? Niçin?
2) Kitap henüz (Ü)’de iken, (A), (Ü)’ye karşı istihkak
davası açsaydı, zararlarının giderilmesi açısından (Ü)’nün hukuki durumu ne
olurdu? Niçin?
Cevaplar:
C, Ü, K à Üçü de iyi niyetlidir.
1) Şimdi A’nın böyle bir dava açması doğrudur. Çünkü
gerçektende mülkiyeti kaybetmemiştir daha. Ancak K’nın ise sözleşmeyi yaparken
bir başkasının üstün bir hakkı olduğu için zapta karşı tekeffül hükümlerini
kullanarak 4 kalem zararını Ü’den tahsil edebilir.
Öğrenci!’dan önemli bir noktaya değinilme: Daha zapta
değinilmeden süreler verilmemiş ama sürelere bakarak kazandırıcı zaman aşımı
ile mülkiyetin geçip geçmediğine bakarak, K’nın belki mülkiyet hakkı
kazandığını düşünerek bir tavsiyede de bulunabilinirdi.
Hoca: Burada zapt söz konusu, yani Ü’den almış ama bir
başkasına istihkak davası açacak. Ve diyecek satıcısına gel ne yaptın bu belayı
başımdan al diye. Ama sürelere bakılarak zamanaşımı süreleri ile mülkiyet
kazanılmıştır. Bu durumda zapta bile gerek kalmaz. Zaptı anlatırken 989. madde
nedeniyle çok da büyük bir uygulama alanı yoktur demiştik. Burada zorunlu
olarak eşya ve borçlar hukukunun kesiştiği bir noktadır.
2. Saat
2) Eğer, A’nın Ü’ye istihkak davası açtığı zaman kadar
kazandırıcı zaman aşımı ile mülkiyeti kazanmamışsa medeni kanundaki 989’daki
hüküm gereğince kitabın bedelini vererek kitaba sahip olabilir. Soruda Ü’nün
sahip olduğu şeyleri sorabiliyor. Bunu zapt hükümleri gereğince kendi
satıcısına gidebilir. Buna ek olarak Ü, A’ya böyle bir savunmada bulunmak
zorunda değildir. İki silahlı kovboy meselesi geliyor yine. Eğer böyle bir
savunmada bulunmamışsa o zaman zapt hükümlerine göre zararının tazmini için
kendi satıcısına başvurabilir.
Olayda iki ihtimal var; ben benzer eşya satan yerden aldım
onlara ödediğim parayı ver ben sana kitabı vereyim diyebilir. Bu durumda yine
zapt hükümlerine göre ek başka bir zararı varsa onu tazmin edebilir.
Olay
(A) evini tapuda (B)’ye satar. Taraflar arasındaki anlaşma
gereğince ev (A) tarafından tamir edilip oturulabilecek hale getirilebilecek,
bu sebeple de evin teslimi satıştan üç ay sonra yapılacaktır. Ne var ki henüz
söz konusu teslim olgusu gerçekleşmeden yıldırım düşmesi sonucu ev yanıp kül
olur.
Sorular:
1) B ev için ödediği satış bedelinin tamamını veya bir
kısmını A’dan isteyebilir mi? Niçin?
2) Aynı süre içinde yıldırım düşmeyip de deprem olsaydı ve
temelin iyi yapılmamış olması yüzünden ev depreme dayanamayıp yıkılsaydı 1
numaralı sorunun cevabı nasıl olurdu?
Cevaplar:
Olayda tapuyu veriyor ama teslimi geciktiriyorlar. Ama bu
arada teslim henüz gerçekleşmeden yıldırım düşüyor.
1) Bir öğrenci: Taşınmazlarda mülkiyet tescil yoluyla geçer.
Tescil edildiği için dolayısıyla mülkiyet geçmiş. Satış bedelini istemek gibi
bir durum olmaz. Dolayısıyla zarara katlanır.
Başka bir öğrenci: BK 216. maddeye göre: Hakikaten şey
diyordu; gayrimenkul satışlarında teslim için bir müddet tayin edilmişse, o
müddet içinde de bir hasar meydana gelmişse hasar ve yarar alıcıya geçmez
diyordu. Yani sözleşme yapılmış ama daha teslim olmamışsa diyordu. İşte biz bu
meseleyi tartışmıştık. Doktrinde bazıları canım satış yapılır mülkiyette geçer
ama teslim için süre tayin edilmişse bu süre içinde hasar olursa o halde hasar
alıcıya geçmez diyordu. Bu olayda ise satış parasının istenmesi mümkündü.
İkinci görüşte, ise hocaya göre bizim uygulamamızda satışla tescil arasında
süre devreye girmez ki. Bizim uygulamamızda mülkiyet hemen geçer. Hâlbuki kanun
satış yapılmış daha teslim yokken diyor. Nerden bilsin Allah’ın İsviçrelisi
bizim uygulamamızın böyle olduğunu. O halde kanun koyucu onu düşünüyor. Hâlbuki
uygulamamızda böyle bir hüküm uygulanmamaktadır. Hem mülkiyet geçsin hem hasar
sana ait olsun şeklinde bir şey olmamalıdır. Olayda satış parasını geçmiş
olacak. Yani malik olan hem evin sahibi olacak. Hem de ev için verdiği para
geri alınacaktır. Ama bundan sonrası biraz muhakemeyi gerektiriyor.
Burada bir özellik var ben öğrencinin onu yakalamasını
istedim. O nedir? à Soruda tamamını veya bir kısmını diyor. Burada bir
şeyi yakalamanız lazımdır. Nedir o? à Çok basit: Şimdi
bakın, ev yanıp kül oldu ama arsa yanmaz ki. Verdiği satış bedelinin tamamını
nasıl ister hasar kendisine geçmemiş olsa bile. Arsanın parasını çıkardıktan
sonraki kısmını isteyebilir. Yani arsasız evin değerini isteyebilir. Çünkü arsa
kendisindedir. Arsa tapusu haline gelmiştir. İşte buna dikkat edeceksiniz. (Ama
burada hocanın görüşünü benimserseniz bunlar olmazdı çünkü hasar alıcıya ait
olacaktır artık.)
Arkadaşlar ayrıntılarda bir takım gizemler gizli olabilir. O
yüzden bu ayrıntıları ihmal etmemeniz gerekmektedir. Yani soruyu iyi okuyun.
İki kısımlı soru varsa ikisini de değerlendirin.
2) burada ne var? à A ile B arasında satım
sözleşmesi vardır. Olay yine aynı. Yani tamir edecek 3 ay sonra teslim edecek.
Ve bu 3 ay içerisinde deprem oluyor ama temelin iyi yapılmaması yüzünden ev
yıkılıyor. 1 nolu sorunun cevabı değişir miydi? Ayıbın burada etkisi nedir? à
Taraflar arasındaki anlaşma gereğince, ev tamir edilip oturulacak hale
getiriliyor. Yani olayda temel hatası var mı ki? Yani olayda ev harap olmuş,
onları tamir edecek. Temelle ilgili bir sorun anlaşılmıyor. Ama ikinci sorudaki
temel hatası kimindir? à
Arkadaşlar burada, ayıp var temelde. Şimdi bir kusur var.
Sistemde bir kusur var. Bu binayı yapanın. Muhtemelen müteahhidin. Şimdi bu
kusur yüzünden ev yıkılmış. Burada hasar kavramına yer var mı yok mu bunu tartışmanızı
istiyoruz. Hasar nedir? à Tarafların kusuru olmadan malın başına gelmiş olan
şeydir. Burada müteahhit taraf mıdır? à Değildir o halde yine
tarafların kusuru yok. Yine hasar vardır. 1. soruyu değiştirecek hiç bir şey
yoktur. Sonuçta bir şey değişmez.
Sınavda yine problem soracak hoca. Metin sorusu yoktur.
Kitaplar ve kanunlar açık olacaktır. Notlar yasaktır. Not şekline bürünmüş
kitaplar yine yasaktır. Yakalanırsanız çok kötü olur. Bazıları öyle bir
kurnazlık yaptırıyor ki, kitabın içine not bastırıyor. Bana gelmeyin bu
şekilde. Ayrıca, hiçbir kitaptan sorumlusunuz diye bir şey yok. Sadece derste
anlatılanlar sorulacaktır. Ama anlatılanlar size ustaca sorulacak. Sizde ustaca
cevap vereceksiniz. Bütün soruları okuyun olayı okuyun bir daha okuyun. Size
biraz da fazla süre vereceğim. Düşünerek yazın. Masal yazmayın.
Sorumluluk alanınız; adsız sözleşmeler vs var. Satım
sözleşmesi var. Bağışlama var. Kiranın da neresine geldikse oraya kadar var.
Kira sözleşmesinin sona ermesini görmedik. İşte oraya kadar sorumlusunuz. Benim
tavsiyem sözlüye kalmadan direk geçmenizdir. Başarılar.
[Şimdi size üst dönemden birkaç taktik vermek isterim. Hoca
vizedekinin aksine biraz daha anlattıklarından bilgiyi ölçmek için soru
soruyor. Yani hocanın muhakeme yeteneği dediğinden ziyade bilgiye yönelik
oluyor. O yüzden notlara iyi çalışmanızı. Ayrıca gerekli oldukça kitabın üstüne
biraz biraz not almanızı tavsiye ediyorum. Ama ne olursa olsun hocanın
dediğinden ve geçmiş dönem tavsiyelerinden anladığım kadarıyla sınavda kendi
aklınıza gelen ilk cevabı çürütebileceğiniz bir şey var mı yok mu diye
düşünmeniz. Ve bunu kendi cevabınız değişebileceğinden şüpheniz varsa kitaptan
bunu teyit edip ona göre cevap vermenizi tavsiye ediyorum. Yani önünüze bir
zapt sorusu gelince direk zapt diye yağlamaktan ziyade başka ne olabilir aksi
ne olabilir diye bakmanızdır. Ona göre ondan sonra yapmanız gereken hem kendi
cevabınızı hem de o ihtimal olmasa zapt nasıl uygulanacaktı onu yazmanız
gerekmektedir. Ayrıca sorudaki ayrıntılara dikkat edin cidden.]a
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder